top of page

Bahar Konur / Ağustos 2018

     Cemiyet Ve Cemaat  İlişkisi

İnsanoğlunun bastığı yeryüzü sağlamlık duygusu verecek şekilde yaratılmıştır. Hiçbir denge problemi yaşamadan yaşayabiliyor, başımız üzerinde koruyucu bir kalkan görevi gören atmosfer ile güven içinde gece ve gündüz akıp gidiyor. Sadece maddi değil psikololojik güven duygssu içinde anne şefkati ve aile sıcaklığında yaşıyoruz.

Milletleri de bir arada tutan, toplumsal hafıza ve şuur olarak ifade edebileceğimiz hakikatler var ki topluluklar marifetiyle yoğrulur ve aktarılır. Kimlik inşa etmek ve aidiyet geliştirmek için varolurlar.

İnsan mefhumu çok yönlü varlığı işaret ediyor ki bir ciheti de toplulukla var olma ihtiyacıdır. Hem maddi hem manevi olarak bu gereksinimi duyar.

Belki yalnızlık duygusunu bastırmak belki destek ve güven arayışı veya işbölümüne olan bu ihtiyaç elbette dini hayatın şekillenmesi ve güçlenmesi için de gereklidir. İnanç yok olmayacağına göre -ki modern zamanlar içinde değişmez gerçektir- cemaatlerde yok olmayacaktır. Kapattım demekle sosyal bir hadiseyi asla rafa kaldıramazsınız.

Üstlendikleri görevler bakımından tekke ve zaviyeler de daha en başından beri milletimizin hafızasında, terbiyesinde, estetik ve dini yorumlamada çok önemli görev üstlenmiş, adeta bizi biz yapan değerleri mayalamışlardır. Bu kurumların lağvedilmesi ile uzun yıllar müntesibleri baskılar görmüş hatta cezalandırılmıştır.

Gariptir ki tek parti döneminde devlet kendini laik olarak tanımlarken bir yandan da dini yaşantıyı ve dindarları dizayn etme hakkı iddia etmiş, tasnifler ve tasfiyeler yapmaya çalışmıştır. Tepeden inme düzenlemeler, kaçınılmaz olarak toplumda bir takım çarpıklıklara ve hâlihazırda yaşadığımız sorunlara da sebep oluşturmaktadır.

Şu ayırımı iyi yapmak gerekmektedir: ortaya çıkan hastalıklı  “cemaat” görüntüsünde ki yapılar eksik bilgi ve şeffaflık meselesi üzerinden tartışılmalıdır. Medyada yapılan tartışmalarda ileri sürülen polemikler ise suçlu olarak bizatihi dini gösterme çabasındalar.

Şu son hadiselere yakından bakıldığında herkesimin din ve inanma ihtiyacı bariz bir şekilde görülmekte. Ne var ki sağlıklı ve muteber dindarlık için de sağlam bir din eğitimi ve ortam zaruriyeti gözardı edilmektedir.

Din(in ) adamı olmak...

Dindar kimdir? İnanma ve inancı yaşama gayesi olarak temel ilkeler nelerdir? Sokaktaki sıradan insanlara sorsanız çok ilginç cevaplar alacağımız kesin. Ramazan ayı boyunca yayınlanan programlarda seyircilerin yönelttiği soruların niteliğine bakarsak mevcut cehalet insanı gerçekten ürkütmektedir.

İslam’da din adamı olmak bir özel sınıf oluşturmayacağı için, herkes aslında dininin adamı olmak mecburiyetindedir. Elbette âlimlerimiz, şeyhlerimiz, muallimlerimiz var olacak bu kaçınılmaz… Ama dini konular sadece bir sınıf insanın yükü değildir. Her müslüman mensubu olduğu din konusunda ya âlim ya da tâlib vasfını taşımalıdır.

Dini öğrenme ve rehber edinmek için şu veya bu topluluk, falanca şeyh veya hocaya tabi olunması sorun değildir. Asıl sorun mensubu olduğu yapıyı mutlaklaştırmak ve diğerlerini yanlış, batıl ve yok saymaktadır. Oysaki ümmetin cüzleri mesabesinde olan cemaatler umumun da yansımasıdır. Ümmetin makro dertleri ve sorunlarının mikro yapıları olan cemaatlerin dinmamizmine ve çözümlemelerine muhtaçtır. Dar pencereden bir dünya ve gelecek tasavvuru olanların ümmete ve insanlığa sunucakları da sınırlı olacaktır.

Taşları bağlamak…

Çocuklukta baskı ve zulüm görmüş bireyin ilerki yıllarda akıl sağlığı ve kişilik problemleri gösterme ihtimali yüksektir. Yetmiş seneyi aşkın bir süredir maalesef bu topraklar din ve diyanet adına tuhaf baskılara ve zulümlere sahne oldu. Nesiller çarpık ve ikilemli bir eğitime tabi tutuldu. Ne batılı olabildik ne de doğulu kalabildik. Özgürlük,   dini hayatın da vazgeçilmezidir. Eğer bu gün takiyyeyi dinin emri gibi algılayan, kendinden olmayanı tekfir edecek kadar saldırganlaşan, en temel meseleleri dahi kavrayamamış tipler ortada varsa biraz da bu antidemokratik yapının ürünüdür. Sözümona misyonerlik faaliyetlerinden rahatsız olmak, ama kendi değerlerini görünür yapmaktan utanmak gibi gariplikler görüyoruz. Ya ne olacaktı  din ,inanç boşluk kabul etmez nekadar yerine sahte önderler icat edilirse edilsin inanma ve örgütlenme   ihtiyacı yok edilemez ki..

Taşların bağlanıp köpeklerin salınıverdiği bir ortamda sapkın grupların varolması ve bunların yabancı servislerin maşası olması kaçınılmazdı. Köklü ve gelenek, erkân sahibi cemaatler ise her zaman devletine ve milletine bağlı kaldı.

Cemaate değil cemiyete adam yetiştirmek...

Hangi topluluk ve cemaatin bahsi yapılırsa yapılsın mutlaka bir doğuş, olgunluk ve zayıflama dönemleri vardır ki bu serencam ümmetin genel durumunun da bir özeti gibidir. Ne zaman ki cemaatler, tarikatler zayıfladı İslam dünyası Batılıların istila ve sömürmelerine teşne oldu. Bu iddianın ispatı son iki yüz yılın tarihinde bariz şekilde görülebilmektedir.

Tekkeler ve zaviyeler, yüzyıllar boyunca, fertlerin manevi ve ruhani ihtiyaçlarına cevap veren, insanın ruhunu ve ahlakının latifleştiği kurumlar olarak üzerindeki coğrafyaya katkı sağladı. Yetişmiş insan ocakları oldular.

Peki, nedir bugün belimizi büken?

Büyüğümden duyduğum “işe adam aranmalı, adama iş değil” ilkesi başta cemaatin kendi içinde uygulanırsa bu hassasiyet ile cemaatin değil, bu cemiyetin adamları yetiştirilirse yol kat etmiş olabiliriz. Çünkü hakkaniyet ve emaneti ehline teslim etmek gibi İslam’ın en temel prensipleri her müminin ihlas ve samimeyetinin de göstergesidir.

bottom of page