top of page
Şeyma Doğan 2018 Ekim

Bioscopewala

Geçen gün tavsiye üzerine bir film seyrettim. Hint sinemasını pek tercih etmesem de önyargılı olmamaya özen göstererek oturdum başına.

Filmin Türkçe adı ‘Biyoskopçuğum.’ Biyoskop ise 1800’lü yıllarda sinemanın keşfinden önce kullanılmış iptidai sinema aleti.

Aslında film Rabindranath Tagore‘nin 1892 tarihinde kaleme aldığı Kabuliwala adlı öykünün modern bir güncellemesi niteliğinde. Klasik öyküde Afganistan’dan Hindistan’a kaçan bir tüccarın burada şal ve kuru meyve satarak hayatta kalmaya çalışıp, Minnie adında 5 yaşındaki bir kız ile kendi kızını hatırlattığı için çok özel bir bağ kurmasını anlatıyor.

Filmde ise babasıyla iyi bir bağ kuramamış Minnie’nin, babasını bir uçak kazasında kaybetmesi ve kendi gözetimine verilen Alzheimer hastası bir yaşlının aslında o kadar da yabancı olmadığını hatırlamasıyla başlıyor. Minnie'nin bugünkü yolculuğuna açtığı her kapı, bizi 5 yaşındaki geçmişine götürüyor. Film farklı katmanlardan oluşuyor. İç içe örgülü bir senaryosu var. Klasik Hint filmlerinden de bu yönüyle ve özellikle müzikal olmamasıyla ayrılıyor.

Öncelikle Taliban’ın Afganistan’ı nasıl da yıkıp geçtiğini, korkuyu ve zulmü görüyoruz. Başrol Rehmat Khan’ın bu durumda bile sinemaya olan tutkusundan nasıl vazgeçmeyişini ve bu tutkunun da insanları birleştirici ve toparlayıcı bir kuvvet olduğu güzel bir şekilde aktarılıyor bizlere. Derme çatma sineması Taliban tarafından yıkılınca başrolümüz Rehmat Khan, biyoskobu ile sokaklarda gezmeye başlıyor.

Taliban zulmünden kaçıp Hindistan’a büyük bir meşakkat ve umut eşliğinde gelen minik kafile, rüyalar ülkesine gelmediklerini de çabucak öğreniyor. Zorlu yaşam savaşı burada da aynen devam ediyor. Müslüman kimliğine sahip olmasının da bedelini öğretiyorlar hemen. Hindu bir kızı tehlikelerden korusa da ‘Hindu kızı kaçıran Müslüman olarak’ dayağı yiyor. Müslüman olmayan bir yönetmenin böyle bir ayrıntıya yer vermesi benim gözümde de ayrı bir dikkat çekici. Malum İslamofobik hareketler en küçük fırsatta gözümüze gözümüze sokuluyor ya hani o açıdan.

Film güzel, bekleneni verdi; ağlattı, umutlandırdı, sıkmadı. Bence bir filmde olması gereken en önemli şey de bu! Ve tüm bunları optimum hızda sağladı. Yani ne daha fazla ağlatayım kaygısıyla yavaş, ne de birçok konu işliyeyim de kafa karıştırayım kaygısıyla hızlı. 95 dakikalık bu dram bize baba-kız bağından çok daha fazla şey nakşetti. Bunlardan biri belki de insanoğlunun en büyük hediyelerinden: kayıplardan ve kederlerden kurtulabilmek için yeni anılar oluşturabilme yeteneği…

Yükselen nefret, kültürel hoşgörüsüzlük ve şiddet ortamında, yönetmen Deb Medhekar’ın Bioscopewala filmi umutları tekrar yeşertiyor. Belki de insanlığın ihtiyacı olan o kalpleri ısıtan duygunun uyanmasına vesile olur bu film, kim bilir…

İzleyin.

bottom of page