top of page

O’NUN (SAV.) DİLİNDEN

 

Ebu Said el-Hudri (ra.) anlatıyor, Resûlullah (sav.) bize bir hutbe verdi ve buyurdu:

“Ey Nâs! Bildiğini söyleyen âlimin ve duyduğunu öğrenip yapan ve başkasına öğretenin yaşayışında hayır vardır. Ey Nâs! Borçlu olduklarınızla helalleşecek yer ve zamandasınız. Ahrete gidiş şüphesiz çabuktur. Birbiri ardınca gelen gündüz ve geceyi görüyorsunuz ki, gençleri kocaltır, yenileri eskitir, uzakları yakınlaştırır, bekleneni getirir.”

Bunun üzerine Mikdâ (ra.) Resûlullah (sav.) Efendimiz’e,

  • Başımıza geleceğini haber verdiğiniz “hüdne” nedir? Dedi.

Resûlullah (sav.) cevâben buyurdular ki:

  • Hüdne, imtihana çekilmektir. Sevdiğinden ayrılmak, meşakkat ve zorluk çekmektir. O vakit size gelip çattığında, işleriniz karanlık geceler gibi karardığında, size düşen Kur’an’a yapışmaktır. O hem kendisi şefaat olunmuştur hem de şefaat edicidir. Sizin için en hayırlı şahit, en açık ve hayırlı yolu göstericidir. Kim onu kendisine kılavuz yaparsa cennete kim arkasına atarsa imanını yitirdiğinden ötürü cehenneme götürür.

 

Enes bin Malik (ra.) anlatıyor, Resûlullah (sav.) Ced’a denilen devesine binmiş olduğu halde bize bir hutbe verdi ve buyurdu ki:

“Ey Nâs! Öyle görüyorum ki sanki ölüm bize değil de başkalarına gelecek. Ve yine görüyorum ki hakka hukuka uymak bize değil başkalarına düşüyor. Ve yine görüyorum ki kabre götürdüklerimiz yakın zamanda geri gelecekler gibi davranıyoruz. Hâlbuki biz de gideceğiz. Onların tenlerini toprağa, mallarını cebimize koyuyoruz. Güzel nasihatleri, ibret alıcı halleri unuttuk da gelecek kötülüklerden emin gibiyiz. Sanki bu dünyada ebedi kalacağız. Müjdeler olsun o kimseye ki kendi kusurlarına bakmaktan ötürü başkalarının ayıpları ile uğraşmıyor. Müjdeler olsun o kimseye ki malını helalinden kazanıp Allah yolunda harcıyor. Hikmeti ve fıkhı bilenlerle fakirlerle boynu büküklerle oturup kalkıyor. Ahlakını güzelleştirip içini pak etmekle meşgul oluyor. Zalimlerden, asilerden uzak duruyor. Fazla sözden, delaletten bidatten kaçarak, Allah ve Resulünün emirlerine sımsıkı yapışıyor.”

 

Hazreti Ömer’in oğlu fukuhâ-i seb’adan Abdullah (ra.) buyurdu, Resûlullah (sav.) bize hitap etti ve dedi ki:

“Sakının! Sakının! Zulümden sakının! Zulüm yapanlar kıyamet gününde karanlıktadır. Sakının! Sakının! Fuhşiyattan, ahlakî kötülükleri yapmaktan ve yaptırmaktan sakının. Sakının! Sakının! Cimrilikten (yerine para harcamamaktan) sakının. Sıla-i rahim yapın. Bilesiniz ki sizden evvel göçenler sıla-i rahmi kaldırdılar, insanlara cimriliği emrettiler de onlar cimrilik yaptılar. Hak yolundan çıkmayı, isyanı, sefahate dalmayı, ahlaksızlığı emrettiler de insanlar da öyle oldular. Bunun için de helâk olup göçtüler.

Bu sözlerden sonra bir kimse kalktı ve Resûlullah (sav.) Efendimiz’e sordu:

  • Ya Resûlullah! Müslüman’ın en üstünü nasıldır?

Resûlullah (sav.) cevâben:

  • Müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimse üstündür. Buyurdu.

Bunun üzerine o zat:

  • Ya Resûlullah! Hicretin hangisi efdaldir? Dedi.

Resûlullah (sav.) saadetle buyurdu ki:

  • Rabbın yasakladığı şeyden kaçmak, hicretin en üstünüdür. Hicret hâlihazırdaki ve gelecekteki olmak üzere ikidir. Hâlihazırdaki hicret, meşakkati bakımından çok ağır ama fazilet ve ecri bakımından diğerinden üstündür. Gelecekteki hicret, istenilen yahut emredilen şeyin yapılmasıdır.

 

Kaynak: Hz. Muhammed (sav.)’in Varisleri, Hasan Burkay (ks), s.19

bottom of page