Aslı Erdul / Eylül 2018
YÜKSEK UYGARLIK YÜKSEK KÜLTÜRÜ ÜRETEBİLİYOR MU?
Çağdaş dünya uzun zamandır devam eden ideolojik çatışmalara sahne oluyor. Teknik imkânları yüksek güçlü toplumların uygar, buna mukabil bu güce karşılık veremeyenlerin ilkel kabul edilmesi bir kavram çatışmasını ortaya çıkarıyor. Bu çatışmalardan biri, kültür ve uygarlık çatışmasıdır. Kültür ve uygarlık karşılaştırmasını geniş bir entellektüel ufuk ile değerlendiren en güzel kaynaklardan biri Aliya İzzetbegoviç’ in “Doğu Batı Arasında İslam” adlı kitabıdır. Bu çatışmada İslam’ın yerinin neresi olduğu ve İslam’ın dünyayı şekillendiren süreçlerdeki rolü hakkında bilgi edinmek isteyenlere tavsiye edilecek, başyapıt mesabesinde bir kitap.
Kendini İnşa Etmek Mi; Dünyayı Değiştirmek Mi?
“Kültürün gayesi terbiye sayesinde kendi kendine hâkim olmak uygarlığın gayesi ise ilim sayesinde tabiata hâkim olmaktır. Kültür ‘’insan olmak hüneri’’ , uygarlık ise işlemek, üretmek, yönetmek, şeyleri daha mükemmel yapmak maharetidir. Kültür durmadan kendini yaratmak, uygarlık ise dünyayı durmadan değiştirmektir…”
Kültürü oluşturan merkez ifade insandır. İnsan sadece hayatta kalma güdüsü ile hareket eden akılcı - çıkarcı, narsistik bir ben algısı ile hayat süren bir varlık değildir. İnsan aynı zamanda özündeki ruh ile Yaratıcıyı arayan hisseden merhametli, fedakar, özverili, empati yapma kabiliyetleri olan bir varlıktır. İnsan kelimesinin etimolojisi hakkında Ragıp el-İsfehani e-n-s kökünün ünsiyet ve yakınlık kurma ile ilgili olduğuna dikkat çeker ve “İnsan ancak başkalarıyla yakınlık kurduğu zaman var olabilen bir varlıktır.” der. Ünsiyet insanın sade insanla değil diğer canlılarla tabiatla kâinatla kurduğu yakınlıktır.
“Uygarlık insan ile tabiat arasındaki madde alışverişini yoğunlaştırmaya zahiri yaşayışı dâhili olanın zararına teşvik etmeye çalışmaktadır.’’Elde etmek için üretmek, israf etmek için elde etmek’’ prensibi uygarlığın karakterinde mevcuttur. Öbür tarafta her kültür insani ihtiyaçların sayısını ve hiç olmazsa onların tatmin derecesini indirmek ve bu suretle insanın iç hürriyetini artırmak ister.”
Kültür insanın ünsiyet kurmasında ahlakı öne çıkaran, arzuları azaltmayı tenbih eden, insanı maddenin esaretinden kurtarmayı gaye edinen bir bakış açısı ile karşımıza çıkarken uygarlık ilimle tabiata nasıl hâkim olunacağına yoğunlaşır. Uygarlık aynı zamanda tüketimci, faydacı ve tahripkâr bir mantıkla hareket eder.
Uygarlık Eğitir, Kültür Aydınlatır
“Uygarlık eğitir, kültür aydınlatır. Biri öğrenmeyi diğeri meditasyonu düşünmeyi ister. Tefekkür meditasyon insanın kendini ve dünyadaki yerini tanımak üzere sarfettiği iç çaba; öğrenmek, tahsil etmek ise gerçekler ve gerçekler arasındaki münasebetler hakkında bilgi toplamaktan ibaret apayrı bir faaliyettir. Eğitim kendi başına insanları terbiye etmez onları daha serbest daha iyi daha insani kılmaz fakat daha kabiliyetli, daha verimli topluma daha faydalı yapar.”
Fizik ilimlerindeki başarı insanı hakiki anlamda terbiye edemez, ruhi tekâmüle yönlendiremez Akli ilimlerde deha olmalarına rağmen icat ettikleri tahripkâr ürünler ile insanlığa büyük zarar veren insanlar olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’da yapılan soykırım bunun en yakın örneğidir.
“İlim bakımından dünyada en büyük iki güç olan ABD ve SSCB askeri sahada en kuvvetli devletlerdir fakat en kültürlü ülkeler değillerdir. Okul uygarlığın bir parçasıdır. Ancak zorla talim olmadığı tenkitçi düşünce tarzını geliştirdiği ve insanın manevi hürriyeyine yer verdiği ölçüde kültüre de katkısı olur. Hazır ahlaki ve siyasi çözümler takdim eden veya zorla kabul ettiren okul kültür açısından barbarcadır. Böyle bir okul serbest şahsiyetler değil tebaa yetiştirir. Bu vasfıyla belki medeniyete katkısı olur fakat kültürü geriye götürür.”
Alkolizm, kumar, pornografi, uyuşturucu, intihar ve şiddet vakaları yüksek uygarlığa erişmiş toplumlarda çok sık görülen hastalıklardır. “Materyalist görüşün tersine uygarlık ve konfor insanın tabiatına uygun değildir. Konfor ve ona bağlı tüketici zihniyet her nerede yalnız dine olan bağlılığı değil herhangi bir değerlere sistemine olan bağlılığı da zayıflatıyor.(ve hatta yok ediyor)… İntihar vakaları ile ruhi hastalıkların sayısının uygarlık seviyesiyle orantılı olması gerçeği nasıl izah edilebilir?’’
Kültürsüz Yüksek Uygarlıklar: Dün Roma bugün ABD
“Romalılar medenileşmiş barbarlar oldukları intibaını uyandırıyorlar. Roma kültürsüz yüksek bir uygarlığın örneğidir.” Eski Roma’ya baktığımızda talan için yapılan harpleri zevk için düzenlenen gladyatör oyunlarını köleleştirmeleri gaddar yöneticileri görüyoruz. Onlara göre ilkel olan milletler kültürleri ile beraber yok edilebilir bunun karşısında duracak herhangi bir ahlaki mekanizma da yoktur.
“Eğer birisi kültür eserlerini imha eder ve bir katliam yaparsa biz buna barbarlık deriz. Ve tersine müsamaha ve insanlık istediğimiz ilgili taraftan ‘’uygar bir millet’’ gibi hareket etmesini isteriz.” Uygar İspanyolların Maya ve Azteklerin kültürünü milletleri ile beraber yok etmeleri, 1865lerin ortalarına kadar Amerika’da köle ticaretinin devam etmesi, bugün de yer altı kaynakları için ülkelerin işgal edilmesi uygarlığın kültürsüz yükselişinin neticeleridir.
“Emperyalizmin tarihi, medeni milletlerin hürriyetlerini müdafaa eden geri kalmış milletlere karşı haksız ezme ve imha harpleriyle ilgili malumatla doludur. İstilacıların uygar olması gaye ve metotları bakımından herhangi bir şekilde müspet tesir icra etmemiştir. Sadece onların müessiriyetini artırmış ve kurbanların yenilgisini hızlandırmıştır.”
Dünün Roma İmparatorluğu gibi bugünün ABD emperyalizmi de talan yıkım ve sömürgeden besleniyor. Menfaatinin çatıştığı tüm milletleri askeri siyasi veya ekonomik darbelerle köleleştirmeye çalışıyor. ABD belki yüksek bir uygarlık gibi duruyor ancak kültür tasavvuru olmadığı için aslında kendi kendini de öğüterek ilerliyor. Uyuşturucu, sefahat, amaçsızlık, ırkçılık gibi pek çok engel ile malul. Bugünün hasta adamı o.
Kültürsüz uygarlıklar hem kendi milletleri için hem başka milletler için bir kara deliğe benziyor. Uygarlığın milletleri yutan tahribine itiraz edebilmek, aynı yoldan gitmekle değil insanın tekâmülünü sağlayan sistemi kurabilmek, kültür üretebilmekle mümkün. Bunun için önce toplumsal kimliğin inşa edilmesi, sonra bir kültür muhayyilesine sahip olunması elzemdir. Zira ilim ile ahlakı birleştiren, tarih bilinci olan, aynı zamanda da varlığa emanet nazarı ile bakabilen, insaflı şuurlu bir toplum kültür ve sanat üretebilir. Bilge Kralın dediği gibi “Uygarlığa itirazlar kendi içinden değil ancak dışarıdan kültürün içinden gelebilir. Uygarlığın bu tenkidi onun reddilmesini talep etmek demek değildir. Uygarlık –istesek de- reddedilmez. Mümkün ve mutlaka lazım olan ise hakkındaki efsaneyi yıkmaktır ki dünyanın hümanizasyonunun devamı için bu şarttır ve kültürün en büyük vazifesini de bu teşkil etmektedir.”