Aslı Erdul Nisan 2018
YARADILIŞ FORMATIMIZ: FITRATLARIMIZ
Kâinata nazarımızı yönelttiğimizde değişmeyen ve düzen dâhilinde işleyen bir sistemin var olduğunu görürüz. Örneğin bir mevsim değişir; bitki örtüsünden, canlıların türlerine kadar pek çok şey değişir. Değişim sürekli bir yaratılma ve yenilenme anlamı taşır; ancak usul hep aynıdır. Kur’an bu aynılığa Allah’ın değiştirmediği yasası yani sünnetullah adını vermiştir. ‘’Allah’ın öteden beri cari olan kanunu budur ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın’’ buyrulmaktadır. (Fetih Suresi 23)
Hak Teâlâ, kâinata belli bir düzen yani fıtrat verdiği gibi insana da belli yetenek ve eğilimler lutfederek fıtrat cevheri ile dünyaya göndermiştir. İnsanoğlu hristiyanlıktaki asli günah öğretisinin aksine Kur’an’a göre dünyaya, fıtrata uygun olarak ve tertemiz gelir. Bu meyanda Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuşlardır.’’Doğan her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra ebeveyni onu ya yahudi yapar, ya hristiyan, ya mecusi. Eğer ebeveyn müslüman ise çocuk ta müslüman olur.’’(Buhari Cenaiz, 80, Müslim Kader, 23-25)
Fıtrat Nedir?
Kur’ân’ı Kerim’de f-t-r kökünden gelen fatara, infatara, yetefattaru, fâtır, münfetir ve futûr kelimeleri fiil, isim ve sıfat şeklinde değişik sure ve ayetlerde yer almaktadır. Bu kelimelerin geçtiği bütün ayetlerde fail/yaratan Allah’tır. Yaratılan ise gökler, yer ve insanlardır. Bir varlıktan, diğer bir varlığın kopması; bir tohumdan bir çimenin çıkması; bir hücreden bir hücrenin doğması hep bir yarılmadır. Bu yarılma, önceki maddeye göre bir yıkım ve bozulma, fakat ondan çıkan yeni varlığa göre de bir ıslah yarılması ve varlıktır. İlk maddeyi çıkarışta ise, hiçbir bozma manası yoktur. O, sırf iyi olan bir ayırmadır. (Kur’an’da Fıtrat Kavramı, Yaşar Kurt)
Fıtrat, yaratılış, belli yeteneklere ve yatkınlığa sahip olmaktır ve her insanın özüne bu husus yerleştirilmiştir. Bozulmayan fıtratın yönü tevhiddir; şirk ve inkâr ise fıtrata terstir. Hz İbrahim’in putpereset bir çevrede doğmasına rağmen Rabbini bulması buna güzel bir örnektir.
Fıtrat, ilahi bir kodlamadır. Fıtrat kâfir, fasık, münafık vs imandan savrulan her insanın içinde var olmaya devam eder. Bu grup insanda fıtratın ispatını, en sıkıştıkları anda derinden derine Allah’a sığınma ihtiyacı hissettiklerinde görüyoruz. Örneğin bir uçak düşerken veya bir gemi batarken yolculardan ateist olan veya inacı zayıf olanların da mutlaka yaratıcısına dua ettiklerini öğreniyoruz. İnsanın genel yapısının böyle olduğuna dair Kur’an’da da örnekler gösterilmiştir. Yunus Suresi 12. Ayette insan her halinde otururken ayaktayken veya yatarken uğradığı beladan kurtuluşu için Yaradanına dua edip duracağı belirtilmiştir.
İnsan, Fıtratı Bozabilir mi?
Fıtratın manevi özellikleri arasında şunları sayabiliriz: tevhid inancını kabul etme kabiliyeti(Zuhruf Suresi 87), hayra ve şerre meyletme, akıl, icad edebilme (üretkenlik), güzel şeylere temayül etmek, çirkin şeylerden nefret etmek, hakikat arayışı, sevgi, yenilenme. Allahü Teâlâ insanı yarattığında ona fiziki özelliklerin yanında bu manevi nitelikleri vermiş; ayrıca irade ve hürriyet ile varlığa dilediği gibi tasarruf yetkisi de lutfetmiştir. Yani bu dünya imtihanında onu donanımsız bırakmamıştır. Fakat insanlar bu donanımları irade gereği fıtrata aykırı olarak ya da fıtratları doğrultusunda kullanabilirler. Fıtrata aykırı kullandıklarında fıtratı bozamamakla beraber onu küfür toprağı ile örterler. Zira fıtratın aslında değişme olmaz.’’Allah’ın yaratışı asla değişmez’’ (Rum Suresi 30)
Bu noktada fıtratın aslı değil ama temayüllerinde değişiklik, insan eliyle gerçekleşebilir. Örneğin gözü pek cesur bir fıtrat, inkâra savrulduğunda vahşet ve zulüm bayraktarı olur. Fıtrata uygun bir yol tutturması halinde ise aynı insanın imandaki tezahürünü cesaret ve şecaat timsali olarak görürürüz. Bu hususa Hz Ömer güzel bir örnektir. Özündeki sert tabiat, islam ile şereflendikten sonra O’nu adaletin timsali kılmıştır. Veya harcamayı seven bir fıtrat, inkârda müsrif bir tabiatta iken imandaki tezahürünü cömert ve isar ehli bir insan olarak gösterir.
Peygambere İtaat İnsan Kapasitesini Yükseltir
Peygamberler vahyin aydınlığı ile insanları tezkiye etmiş ve fıtratlarındaki kapasiteyi ortaya çıkarmışlardır. Zira sade fıtratı korumak özdeki kabiliyetlerin ortaya çıkması için yeterli değildir. Fıtratı hakikatle buluşturmak, Allah’ın elçilerinin sözlerine tabi olmak gerekmektedir. Hz Muhammed’in yetiştirdiği sahabelerin bir değil pek çok alanda üretken olduğunu liyakatli oldukları alanda görevlendirildiklerini görüyoruz.
Hz Peygamber (sav), elçi seçtiği sahabelerin bu işe uygun fıtratta olmasını gözetirdi. Örneğin bu sahabelerden birisi de Alâ bin Hadramî’dir (r.a.). Peygamberimiz onu Hicret’in 8. yılında, bugünkü Basra Körfezi’nin batısında bir sahil ülkesi, mecusi olan Bahreyn’e göndermiştir. Hz. Alâ muhatabının içinde bulunduğu durumu nazara alarak konuşur, onu incitmemeye azami gayret gösteririrdi. Peygamberimiz tarafından böyle mühim bir hizmet için vazifelendirilmesinin sebebi de buydu. Alâ bin Hadramî, hitabet ve tebliğde olduğu gibi, cesaret ve kahramanlığı ile de tanınmış iyi bir kumandan ve örnek bir idareciydi. Elçi, kumandan ve vali olarak görevler yapmıştır.
Arınmaya Niyetin Var Mı?
Fıtratın ilk ve asli yaratılışında birbirine zıt iki kutbun olduğunu bilmekteyiz. Yani insan, iki zıtta, nefs ve ruha sahiptir. Nefis kötü sıfatların, ruh da iyi ve güzel sıfatların mahallidir. (Sühreverdi, Avarifü’l Mearif, Tasavvufun Esasları) İnsan nefsi fıtrata aykırı arzuları ona emredebilir; bu noktada şer odaklarına tabiiyyetle manevi hastalıklara maruz kalınır. Bu maneviyat hastalıkları virüs gibi inanç, ibadet ve davranışlara sirayet eder onları bozar, sonuçta kişi fıtratına aykırı düşer. Yani esas benliğini unutur ve onu ortaya çıkaramaz. Çünkü fıtrattan kopunca ilahi yardım kesilir (tevfik), eşyanın hakikatine nüfuz edebilme, hikmeti kavrayabilme kabiliyeti devre dışı kalır. Nefse tabiiyyet başlar. Hak Teâlâ şöyle duyuruyor bu gerçeği: ‘’Baksana kendi hevasını ilah edinen ve bilgisi olduğu halde Allah’ın kendisini şaşırtıp kulağını ve kalbini mühürlediği gözlerine de perde çektiği kimsenin haline .’’(Casiye 23)Yanlışa yöneleni Allah kendi haline bırakır.
Nefsin kötü sıfatların mahalli oluşu, onu daimi olarak bu sıfatların merkezinde kalmaya mecbur etmez. Nefis, kötü vasıfları iyi tespit edilip uygun kurtuluş yolları ve reçeteler sunulduğunda arınır. Tasavvufi terbiye bu anlamda bir manevi disiplindir. Her insan içinde var olan fıtri cevherini ortaya çıkaracak ve nefs engellerini kaldıracak bir terbiye arayışında olmalıdır. Nefs terbiyesi hevadan ihtirasların zebunu olmaktan kurtarır. Bu kez nefs, o insanın yücelip yükselmesine hizmet eden bir mekanizma haline gelir. Kur’an’ın ifadesiyle nefs böylece emmarelikten (kötülüğü emreden nefs) (Yusuf Suresi 53) kurtularak, levvame(kendini kınayan nefs Kıyame Suresi, 2),radiye, mardiyye (Fecr Suresi 28) gibi mertebelere çıkarak kişiyi insan-ı kâmile, asli hüviyeti olan fıtratına yani ahsen-i takvime ulaştırabilir.
‘’Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.’’(Şems Suresi 7-10)Bu ayetler nefsin temizlenebileceğine, terbiye edilebileceğine işaret etmektedir.
İslâm dininin içerdiği tevhit, ahlakî ve insanî değerlerin tümünün alt yapısı insan fıtratında bulunmaktadır. Peygamber yolunu kendine yol edenler de, seyr halindeyken fıtratlarında var olan yetenekleri keşftemek ve nefislerini tezkiye etmek, kalplerini tasfiye edebilmek maksadıyla manevi tedrisata kaydolurlar. Manevi tedrisata girmek de fıtrat tohumunu çürütmek de hep bir niyet meselesidir. O yüzden sorar Yaradanımız: ‘’Arınmaya niyetin var mı?’’(Naziat Suresi 18)Rabbimiz bizleri nefs tezkiyesine niyet edip arınanlardan, özüne ve ümmete karşı fıtri kabiliyetlerini keşfedip üretken olan seçkin müminlerden eylesin.