top of page

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA…

Takvimler hızla ilerlerken çoğu zaman fark edemiyoruz yegâne sermayemiz olan ömürlerimizin her giden gün ile birlikte biraz daha eksildiğini. Gündelik koşuşturmacalar, hayat gailesi, sorumluluklar, alınacaklar, verilecekler, mallar, evlatlar, sıhhatler derken bir de bakıyoruz ki yolun sonuna gelip dayanmışız. Sınırlı sermayeyi başı sonu belli olmayan dünya telaşına çarçur edip tüketmişiz. İnsanoğlu olarak bizi Yaradan’a elest bezminde verilmiş bir sözümüz olduğunu unutup aldanarak hem de. Oysa ne buyuruyor Cenâb-ı Hakk Fatır Suresi 5. Ayette: “Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Allah'ın vaadi muhakkak haktır. Sakın bu dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o aldatıcı şeytan sizi, Allah hakkında da aldatmasın.”

Kendi içimizde öz değerlendirmemizi yaparken dönüp dolaşıp inancımıza ve inandığımız din ile yaşadığımız din arasında farka gelip dayandı meselemiz. Sorular soruları getirdi beraberinde ve anladık ki modern asrın inananları olarak ‘Dindarlığımızı ve Dindarlığımızın Sahihliğini’ sorgulamalıyız.

Olumlu anlamda değişim nasıl içten dışa yaşanıyorsa olumsuz anlamda da dıştan içe doğru bir seyir izler. Önce dışı bozulur çoğu şeyin. İnsan da böyledir, önce görünüşünüzde başlar çözülme ve bozulma, yavaş yavaş tüm iç âleminize sirayet eder. O yüzden içinde yaşadığımız ev, apartman, mahalle, semt, şehir ve toplum çok önemlidir. Etkiye en açık varlık olarak insan, en kalıcı öğrenmeyi sadece izleyerek içinde yaşadığı çevreden edinir. Bireylerin içinde yaşadıkları cemiyet ve onunla olan ilişkileri önemlidir bu yüzden. Çünkü insan bir topluluk içerisinde var olma ihtiyacı duyar. Biz de bu noktadan yola çıkarak “Cemiyet ve Cemaat İlişkisi” ne ayna tutmaya çalıştık sizler için.

Cevaplar aradık sorularımıza: “Biz nerede durmalıyız? Rolümüz ne olmalı? Kime nasıl davranmalıyız? Cemiyeti teşkil ederken nelere dikkat etmeliyiz?”… Tüm sorularımızı derleyip topladık “Nasıl Olmalıyız?”da cem ettik. Ve Hasan Hüdaverdi Burkay (ks.) Hazretlerinin kaleminden aldık cevaplarımızı.

Aldığımız cevaplardan yola çıkarak sorguladık bu defa kendimizi. İnanmak fıtri bir ihtiyaçtı elbette. Fakat bizler neye inanıyorduk? Ne kadar inanıyorduk? Nasıl inanıyorduk? Modern dünyanın iblisleri, yaratılış çekirdeğimize konan inanma duygusunu yok edemeyeceklerini bildikleri için inanılacak yeni alanlar yaratmışlardı. Çünkü biliyorlardı kişiyi, toplumu, milletleri bir şeye inandırsan ona yaptıramayacağın şey yoktu. Peki, yeni yeni inanç sistemleri arasında bizler “Gelenekçi Mi, Yenilikçi Mi(ydik)? Köklerimiz neredeydi ve dallarımız nereye uzansın istiyorduk?

Dindarlık ekseninde yol aldıkça türlü türlü kavramla karşılaştık. Her kavramın bir etki alanı, bir eyleme taşıyanı ve bir de maruz kalanı vardı. Tabi konumuz din ve dindarlık olunca ilk karşımıza çıkan kavram bağnazlık oldu. Öğrendik ki bağnazlık dinden kaynaklanan bir durum değil dinsizlikten beslenen hastalıklı bir düşünce biçimiymiş. “Modern Dünyanın Sefaleti: Bağnazlık” derken anladık ki yıllarca İslam’a ihlâsla bağlı olanları moderniteden kopuk bağnazlar olarak lanse edenlermiş asıl bağnaz olanlar. Tabi bir de onların değirmenine su taşıyanlar…

Her şeyin taklit edilebildiği bir çağın sakinleri olarak taklitleri orijinallerden ayırt etmenin zorluğuyla yüzleştik sonra.  Metada sahtelik ve taklitler olduğu gibi inançta, dindarlıklarda da taklitçiliğin arttığını, dinsellik artarken hakiki dindarlığın artmadığı gözlemledik. Bir yönden dini vicdanlara hapsedip toplum içinde görünen yüzünü rafa kaldırmak isteyenler,  diğer yandan aklı önceleyen irfanı gönül dünyasını dışlayan dışı dindar içi batılı yaralı bilinçler… Oysa dinin amacı her mümini birre (iyilik, ihsan, itaat, doğruluk, güzel davranış) ulaştırmaya çalışmaktı. Ve “İyilik İnsanlık Sanatı”ydı…

Aslında din öyle herkesin hakkında rastgele konuşabileceği, belirli günlere sıkıştırabileceği, belirli ibadetlere indirgeyebileceği tek pozluk! ya da sezonluk! bir olgu değildi insan hayatında. Fakat ne yazık ki çağdaş dünyanın sözde Müslümanları din adına yaptıkları her işi sosyal medya hesaplarından paylaşarak, dini bir anlamda mezada çıkarıyor, vitrine koyarak pazarlıyorlardı. Hatta bunu öyle büyük bir şevkle yapıyorlardı ki “O Artık Bizden Biri (Mi?)” demeden edemiyordu insan.

Fertten cemiyete doğru genişleyen bir alanda, yaşadığımız din ile inandığımız din arasındaki farkı bulmaya ve dindarlığımızın sahihliğini sorgulamaya adadığımız, bizlere yeni yeni kapılar açan bir sayı oldu Ağustos.

Diliyoruz ki Sizler için de hayırlara vesile kılsın Cenâb-ı Hakk…

bottom of page