Sözün Böyle Güzelse.
Betül Yazgan Çicek / Ocak 2018
Birkaç kırık dökük sözle bir koca lisanı özetlemek bir küçük çiçekle koca bir bahçeden namzet vermek gibi bir şey Hüdaverdi Hazretlerinin sözlerini size anlatmaya çalışmak. Anlatmak da demeyelim aslında anlamaya çalışmak…
10 Eylül 1973’te Sevgili Peygamberimize tahsis edilmiş Şaban-ı Şerif’te ve O’nun doğduğu Pazartesi! günü tamamlanıp tüm okuyucuların hizmetine sunulmuş “Hüdaverdi Divanı”nın ilk baskısı. Aradan zaman geçince gelen talepler üzerine[1] “Hüdaverdi Divanı ve Seçme İlahiler” adıyla daha küçük bir kitap basılmış. Fakat bu defa Hüdaverdi Divanı’nın ilk nüshasında var olan şiirlerin tamamının okuyucu ile paylaşılması münasip bulunmamış.
Hüdaverdi Hazretlerinin hayatını araştırırken bir güzel tevafukla haberdar olduk bu ilk nüshadan ve Efendi Hazretlerinin 89. yaşı vesilesiyle, doğumunun yâd edilmesi vasiyeti üzerine hazırladığımız bu özel sayıda siz Kalbesimyaile okuyucuları ile paylaşmak istedik. Cenab-ı Hakk, hikmet pınarından çağlayan bu mübarek sözleri doğru anlayıp doğru anlatabilmeyi lütfetsin hepimize.
Hüdaverdi Hazretlerinin eserin önsözünde belirttiği üzere Divan, aralarında mana bütünlüğü gözetilerek konularına göre on bir kısma ayrılmış. Halk Edebiyatı hece vezni esasına göre yazılan eserde bentler, dörtlükler ve beyitler şeklinde yazılmış şiirlerle birlikte çeşitli konularda yazılmış tek dörtlükler ve son kısımda vecize niteliğinde özlü sözler de yer alıyor.
Hayatının acı tatlı her anını latif sözlerle ortaya koyan Hazret, ilahi bir tecelli olarak ahirete uğurladığı evlatlarından talebelerine kadar, yaptığı seyahatlerden müşahede ettiği hakikatlere kadar hemen her konuda özellikle tarih düşmeye özen göstererek yazmış şiirlerini.
Mensur bir önsözle başlayan eserin birinci kısmı “Besmele” bahsine ayrılmış. İki şiirden oluşan bu kısmı “Saadet Yolları” adı verilen ikinci kısım takip ediyor. Birbirinden kıymetli yirmi iki şiirden oluşan bu bölümde Efendimiz (SAV.)’e yazılmış şiirlerden sonra dost ve okuyucularına hak yolda tavsiye niteliği taşıyan nice hikmetli söz mevcut. Üçüncü kısım ise “Kur’an ve İnsan Hakkında” başlığı ile kaleme alınmış, bu konuda derin manalar ihtiva eden şiirlerden oluşuyor. Dördüncü kısım ise “Hikmetli Sözler ve Tenbihler” başlığı ile yazılmış olup özellikle müritlerine tavsiyelerle örülmüş şiirlerle bezeli. “Naat, Mevlid ve Mersiye” adı verilen beşinci kısım ise Hazret-i Peygamber’e adanmış bir naatla başlıyor. “Veliler Naatı, Mevlid-i Şerafeddin Zeynel Abidin, Mevlid-i Muhammed Necati Simavi” gibi yolumuzun büyüklerine adanmış şiirlerle devam eden bölüm, Efendi Hazretlerinin Üstazı Muhammed Necati Simavi Hazretleri (ks.) ve kendisi için kıymetli olan sevdiklerinin ardından duyduğu üzüntüyü paylaştığı mersiyelerle bitiyor. Altıncı kısım olan “Methiye” ise Beytullah övgüsü ile başlayıp namaz, zekât, oruç gibi ibadetlerin övüldüğü şiirlerle devam etmekte. Bu bölüm Müslümanlar için özel ve kıymetli olan günlerin, gecelerin ve bayramların övgüsü ile tamamlanmış. Yedinci kısım olan “İlahi ve Koşma” başlığı altında kısa hece ölçüleriyle yazılmış, dörtlüklerden müteşekkil, bestelenip zikir meclislerinde terennüm edilmeye uygun şiirler toplanmış. “Kıtalar ve Deyimler” adı verilen sekizinci kısımda ise çok çeşitli konularda yazılmış tek dörtlükler yer alıyor. Sona doğru yaklaşırken eserin dokuzuncu kısmında okuyucunun gönül telini sızlatan “Kitabe ve Anılar” başlığı yer almış ki, ‘Üstazın Mezarında’ şiiriyle başlayan bu kısımdaki şiirlerde, Efendi Hazretlerinin hayatının en kederli anılarına şahit oluyorsunuz.
Attığı her adımı aldığı her nefesi belki de kendisinden sonra gelecek olan evlatlarına örnek olsun diye kaydetmeye gayet eden Hazret, Divan’ın onuncu bölümünü “Seyahat Hatıralarım” başlığı altında değişik şehirlere yaptığı seyahatleri anlattığı şiirlerine ayırmış. On birinci ve son bölüm olan “Vecizeler ve Güzel Sözler” bölümü ise hakikat incileri mesabesindeki güzel sözlerinden oluşuyor.
Hüdaverdi Hazretlerinin önsözde de belirttiği gibi Divan, hece vezni esasına göre yazılmış şiirlerden oluşuyor fakat okurken görüyorsunuz ki bu tanımlama sadece Efendi Hazretlerinin tevazuundan kaynaklanıyor. Zira öyle şiirleri var ki hece sayarsanız hece veznine aruz arasanız aruz veznine uyuyor. Zaten eserin düzenlenişi de bize divan şiiri geleneğinde tertib edilmiş müretteb (düzenli) divanları anımsatıyor. Şöyle ki klasik divan düzenlerinde şiirlerin biçimlerine göre düzenleme yapılırken Efendi Hazretleri kendi maneviyat tavrını ortaya koyacak şekilde manayı temel alarak düzenleme yapmış.
Eser boyunca ayet ve hadislerden yapılan alıntılar dikkat çekecek şekilde koyu renkle yazılmış. Bu alıntılar şiirlere öylesine mezcedilmiş ki, Türkçe yazılan bir şiirde Arapça ve hatta yer yer Farsça söz ve ibareler anlamı ve ölçüyü bozmadan kendiliğinden akıp gidiyor. Hemen her şiirde manayı olduğu yere sabitleyecek şekilde yapılan bu alıntılar dikkati celbeden bir sanat tavrı ki bu tavır ancak hakikati hakikat gibi kendi hayal ve havatırını sözüne karıştırmadan anlatan şairlerde görülen bir tavır. Bu gözle okudukça önsözünde bizzat Şairinin (ks.) tevazu ile bahsettiği ‘bu ufacık hizmet’ kabul edilen şiirlerin aslında birer söz ve mana ülkesi olduğunu anlıyorsunuz.
Bütün şiir severler ve okuyanlar bilirler ki ‘hece vezni’ Türk milletinin kendi öz kültüründe var olmuş, bizzat milletin kendisine ait tek şiir ölçüsüdür. Özellikle halka söyleyecek sözü olan şairlerin de tercihidir bu yüzden. Hatta 13. Yüzyıldan itibaren İslamiyet’in etkisiyle Arap ve Fars edebiyatlarıyla karşılaşan necip Türk milleti, inancıyla birlikte gelen bu edebiyatların vezni olan aruzla karşılaşmış, hayran kalmış fakat kendi vezni olan heceyi asla terk etmemiştir. Öyle ki bu tarihten sonra Anadolu topraklarında şiir iki ayrı koldan varlığını sürdürmüştür: biri aruzun hâkim olduğu Divan Şiiri, diğeri ise milli veznimiz hece ile yazılan Halk Şiiri’dir. Özellikle halk şiirinin ‘Tekke-Tasavvuf Edebiyatı’ kolunun temsilcileri olan Hoca Ahmet Yesevi, Eşrefoğlu Rumi, Aziz Mahmut Hüdayi gibi derdi sanat yapmak değil insanlığa hizmet etmek olan Hak âşıkları, Hak ve hakikatleri anlattıkları şiirlerinde özenle heceyi tercih ederler. Zira hece hem söylenişi hem de dinleyenin anlayıp ezberlemesi bakımından aruza göre daha kolay daha akıcıdır. Zaten Türk milletinin sanat zevki hece ölçüsü ile mayalanmıştır. Bir iç ses halinde her birerlerimizin içinde öylece durur hece ile bestelenmiş fıtrî bir tını. Söylenecek sözle manası kolay anlaşılsın isteyen mutasavvıf şairler de buna vakıf olduklarından heceyi tercih ederler. Hüdaverdi Hazretleri de işte bu ekolün temsilcilerinden kabul edilebilir Divan’ı ile.
Eser, kullanılan dil bakımından da oldukça sade. Amacı kendi sözüyle ‘Haktan hoşluk dilemek’ olan Hazret, eserin tamamında alıntılar ve sanatlı söyleyişleri dışında arı duru bir Türkçe ile her okuyanın anlayabileceği sadelikte yazmış şiirlerini. Öte yandan halk için, halk anlasın diye, halk diliyle oldukça sade yazılmış gibi görünen bu şiirlerde çok net çok keskin bir anlayışın izlerini de buluyorsunuz okurken: ‘Halk içinde Hakkla beraber olmak’… Evet, her okuyanın kolayca anlayabileceği sözlerle örülmüş bu şiirlerde Hüdaverdi Hazretleri tarafından öyle söz sanatları yapılmış Hakk’a dair öyle derin manalar bir iki sözcükle şiire gizlenmiş ki küçücük bir pırıltıyı gördüğünüz anda kendinizi daha önce hiç duymadığınız bir özün lezzetini alırken kendinizden geçmiş halde buluveriyorsunuz. Üstelik bu mana pırıltıları her okuyuşunuzda başka renkte ışıldıyor ruhunuzda. Kendinizi bu eşsiz manaların akışına ne kadar bırakırsanız o kadar açıyor Efendi Hazretlerinin sözlerine gizlediği sırlar kendisini size.
Okudukça insanı hayretten hikmete hikmetten hayranlığa sürükleyen bir eser işte Hüdaverdi Divanı. Çevirdiğiniz her sayfada, satırlardan kalbinize akan her mısrada bir kez daha anlıyorsunuz nice büyük bir umman olduğunu Hazretin. Haddiniz olmayarak yine kendisine atıfla fısıldayıveriyorsunuz ruha şifa bir hakikati ‘El insan yûrefu bi’l lisan’…
“El insan vel Kuran bittemam der her arif
Buradaki mana derin dalmağa bak ey tâlib!”
diyor ya Hüdaverdi Hazretleri, Kâbe kapısında başını yerlere vuran Mecnun misali, içindeki âlemlere, sırlara, derinliğini idrakten çok uzak kaldığınız mânâlara baktıkça ‘El-aman diyorsunuz, el-aman Şeyhim! Bütün lisanım yansın da bir senin sözlerin kalsın bana kâfidir. Başkası değil de sözün böyle güzelse ya sen nicesin Efendim?’
Devamı gelecek…
[1] Hüdaverdi Divanı ve Seçme İlahiler, sy.2