
Sözün böyle güzelse
Birkaç kırık dökük sözle bir koca lisanı özetlemek bir küçük çiçekle koca bir bahçeden
namzet vermek gibi bir şey Hüdaverdi Hazretlerinin sözlerini size anlatmaya
çalışmak. Anlatmak da demeyelim aslında anlamaya çalışmak…
10 Eylül 1973’te Sevgili Peygamberimize tahsis edilmiş Şaban-ı Şerif’te ve O’nun
doğduğu Pazartesi! günü tamamlanıp tüm okuyucuların hizmetine sunulmuş
“Hüdaverdi Divanı”nın ilk baskısı. Aradan zaman geçince gelen talepler üzerine 1
“Hüdaverdi Divanı ve Seçme İlahiler” adıyla daha küçük bir kitap basılmış. Fakat bu
defa Hüdaverdi Divanı’nın ilk nüshasında var olan şiirlerin tamamının okuyucu ile
paylaşılması münasip bulunmamış.
Hüdaverdi Hazretlerinin hayatını araştırırken bir güzel tevafukla haberdar olduk bu ilk
nüshadan ve Efendi Hazretlerinin 89. yaşı vesilesiyle, doğumunun yâd edilmesi
vasiyeti üzerine hazırladığımız bu özel sayıda siz Kalbesimyaile okuyucuları ile
paylaşmak istedik. Cenab-ı Hakk, hikmet pınarından çağlayan bu mübarek sözleri
doğru anlayıp doğru anlatabilmeyi lütfetsin hepimize.
Hüdaverdi Hazretlerinin eserin önsözünde belirttiği üzere Divan, aralarında mana
bütünlüğü gözetilerek konularına göre on bir kısma ayrılmış. Halk Edebiyatı hece
vezni esasına göre yazılan eserde bentler, dörtlükler ve beyitler şeklinde yazılmış
şiirlerle birlikte çeşitli konularda yazılmış tek dörtlükler ve son kısımda vecize
niteliğinde özlü sözler de yer alıyor.
Hayatının acı tatlı her anını latif sözlerle ortaya koyan Hazret, ilahi bir tecelli olarak
ahirete uğurladığı evlatlarından talebelerine kadar, yaptığı seyahatlerden müşahede
ettiği hakikatlere kadar hemen her konuda özellikle tarih düşmeye özen göstererek
yazmış şiirlerini.
Mensur bir önsözle başlayan eserin birinci kısmı “Besmele” bahsine ayrılmış. İki
şiirden oluşan bu kısmı “Saadet Yolları” adı verilen ikinci kısım takip ediyor.
Birbirinden kıymetli yirmi iki şiirden oluşan bu bölümde Efendimiz (SAV.)’e yazılmış
şiirlerden sonra dost ve okuyucularına hak yolda tavsiye niteliği taşıyan nice hikmetli
söz mevcut. Üçüncü kısım ise “Kur’an ve İnsan Hakkında” başlığı ile kaleme alınmış,
bu konuda derin manalar ihtiva eden şiirlerden oluşuyor. Dördüncü kısım ise
“Hikmetli Sözler ve Tenbihler” başlığı ile yazılmış olup özellikle müritlerine tavsiyelerle
örülmüş şiirlerle bezeli. “Naat, Mevlid ve Mersiye” adı verilen beşinci kısım ise
Hazret-i Peygamber’e adanmış bir naatla başlıyor. “Veliler Naatı, Mevlid-i Şerafeddin
Zeynel Abidin, Mevlid-i Muhammed Necati Simavi” gibi yolumuzun büyüklerine
adanmış şiirlerle devam eden bölüm, Efendi Hazretlerinin Üstazı Muhammed Necati
Simavi Hazretleri (ks.) ve kendisi için kıymetli olan sevdiklerinin ardından duyduğu
üzüntüyü paylaştığı mersiyelerle bitiyor. Altıncı kısım olan “Methiye” ise Beytullah
övgüsü ile başlayıp namaz, zekât, oruç gibi ibadetlerin övüldüğü şiirlerle devam
1 Hüdaverdi Divanı ve Seçme İlahiler, sy.2
etmekte. Bu bölüm Müslümanlar için özel ve kıymetli olan günlerin, gecelerin ve
bayramların övgüsü ile tamamlanmış. Yedinci kısım olan “İlahi ve Koşma” başlığı
altında kısa hece ölçüleriyle yazılmış, dörtlüklerden müteşekkil, bestelenip zikir
meclislerinde terennüm edilmeye uygun şiirler toplanmış. “Kıtalar ve Deyimler” adı
verilen sekizinci kısımda ise çok çeşitli konularda yazılmış tek dörtlükler yer alıyor.
Sona doğru yaklaşırken eserin dokuzuncu kısmında okuyucunun gönül telini sızlatan
“Kitabe ve Anılar” başlığı yer almış ki, ‘Üstazın Mezarında’ şiiriyle başlayan bu
kısımdaki şiirlerde, Efendi Hazretlerinin hayatının en kederli anılarına şahit
oluyorsunuz.
Attığı her adımı aldığı her nefesi belki de kendisinden sonra gelecek olan evlatlarına
örnek olsun diye kaydetmeye gayet eden Hazret, Divan’ın onuncu bölümünü
“Seyahat Hatıralarım” başlığı altında değişik şehirlere yaptığı seyahatleri anlattığı
şiirlerine ayırmış. On birinci ve son bölüm olan “Vecizeler ve Güzel Sözler” bölümü
ise hakikat incileri mesabesindeki güzel sözlerinden oluşuyor.
Hüdaverdi Hazretlerinin önsözde de belirttiği gibi Divan, hece vezni esasına göre
yazılmış şiirlerden oluşuyor fakat okurken görüyorsunuz ki bu tanımlama sadece
Efendi Hazretlerinin tevazuundan kaynaklanıyor. Zira öyle şiirleri var ki hece
sayarsanız hece veznine aruz arasanız aruz veznine uyuyor. Zaten eserin
düzenlenişi de bize divan şiiri geleneğinde tertib edilmiş müretteb (düzenli) divanları
anımsatıyor. Şöyle ki klasik divan düzenlerinde şiirlerin biçimlerine göre düzenleme
yapılırken Efendi Hazretleri kendi maneviyat tavrını ortaya koyacak şekilde manayı
temel alarak düzenleme yapmış.
Eser boyunca ayet ve hadislerden yapılan alıntılar dikkat çekecek şekilde koyu renkle
yazılmış. Bu alıntılar şiirlere öylesine mezcedilmiş ki, Türkçe yazılan bir şiirde Arapça
ve hatta yer yer Farsça söz ve ibareler anlamı ve ölçüyü bozmadan kendiliğinden
akıp gidiyor. Hemen her şiirde manayı olduğu yere sabitleyecek şekilde yapılan bu
alıntılar dikkati celbeden bir sanat tavrı ki bu tavır ancak hakikati hakikat gibi kendi
hayal ve havatırını sözüne karıştırmadan anlatan şairlerde görülen bir tavır. Bu gözle
okudukça önsözünde bizzat Şairinin (ks.) tevazu ile bahsettiği ‘bu ufacık hizmet’
kabul edilen şiirlerin aslında birer söz ve mana ülkesi olduğunu anlıyorsunuz.
Bütün şiir severler ve okuyanlar bilirler ki ‘hece vezni’ Türk milletinin kendi öz
kültüründe var olmuş, bizzat milletin kendisine ait tek şiir ölçüsüdür. Özellikle halka
söyleyecek sözü olan şairlerin de tercihidir bu yüzden. Hatta 13. Yüzyıldan itibaren
İslamiyet’in etkisiyle Arap ve Fars edebiyatlarıyla karşılaşan necip Türk milleti,
inancıyla birlikte gelen bu edebiyatların vezni olan aruzla karşılaşmış, hayran kalmış
fakat kendi vezni olan heceyi asla terk etmemiştir. Öyle ki bu tarihten sonra Anadolu
topraklarında şiir iki ayrı koldan varlığını sürdürmüştür: biri aruzun hâkim olduğu
Divan Şiiri, diğeri ise milli veznimiz hece ile yazılan Halk Şiiri’dir. Özellikle halk şiirinin
‘Tekke-Tasavvuf Edebiyatı’ kolunun temsilcileri olan Hoca Ahmet Yesevi, Eşrefoğlu
Rumi, Aziz Mahmut Hüdayi gibi derdi sanat yapmak değil insanlığa hizmet etmek
olan Hak âşıkları, Hak ve hakikatleri anlattıkları şiirlerinde özenle heceyi tercih
ederler. Zira hece hem söylenişi hem de dinleyenin anlayıp ezberlemesi bakımından
aruza göre daha kolay daha akıcıdır. Zaten Türk milletinin sanat zevki hece ölçüsü ile
mayalanmıştır. Bir iç ses halinde her birerlerimizin içinde öylece durur hece ile
bestelenmiş fıtrî bir tını. Söylenecek sözle manası kolay anlaşılsın isteyen mutasavvıf
şairler de buna vakıf olduklarından heceyi tercih ederler. Hüdaverdi Hazretleri de işte
bu ekolün temsilcilerinden kabul edilebilir Divan’ı ile.
Eser, kullanılan dil bakımından da oldukça sade. Amacı kendi sözüyle ‘Haktan hoşluk
dilemek’ olan Hazret, eserin tamamında alıntılar ve sanatlı söyleyişleri dışında arı
duru bir Türkçe ile her okuyanın anlayabileceği sadelikte yazmış şiirlerini. Öte yandan
halk için, halk anlasın diye, halk diliyle oldukça sade yazılmış gibi görünen bu
şiirlerde çok net çok keskin bir anlayışın izlerini de buluyorsunuz okurken: ‘Halk
içinde Hakkla beraber olmak’… Evet, her okuyanın kolayca anlayabileceği sözlerle
örülmüş bu şiirlerde Hüdaverdi Hazretleri tarafından öyle söz sanatları yapılmış
Hakk’a dair öyle derin manalar bir iki sözcükle şiire gizlenmiş ki küçücük bir pırıltıyı
gördüğünüz anda kendinizi daha önce hiç duymadığınız bir özün lezzetini alırken
kendinizden geçmiş halde buluveriyorsunuz. Üstelik bu mana pırıltıları her
okuyuşunuzda başka renkte ışıldıyor ruhunuzda. Kendinizi bu eşsiz manaların
akışına ne kadar bırakırsanız o kadar açıyor Efendi Hazretlerinin sözlerine gizlediği
sırlar kendisini size.
Okudukça insanı hayretten hikmete hikmetten hayranlığa sürükleyen bir eser işte
Hüdaverdi Divanı. Çevirdiğiniz her sayfada, satırlardan kalbinize akan her mısrada bir
kez daha anlıyorsunuz nice büyük bir umman olduğunu Hazretin. Haddiniz olmayarak
yine kendisine atıfla fısıldayıveriyorsunuz ruha şifa bir hakikati ‘El insan yûrefu bi’l
lisan’…
“El insan vel Kuran bittemam der her arif
Buradaki mana derin dalmağa bak ey tâlib!”
diyor ya Hüdaverdi Hazretleri, Kâbe kapısında başını yerlere vuran Mecnun misali,
içindeki âlemlere, sırlara, derinliğini idrakten çok uzak kaldığınız mânâlara baktıkça
‘El-aman diyorsunuz, el-aman Şeyhim! Bütün lisanım yansın da bir senin sözlerin
kalsın bana kâfidir. Başkası değil de sözün böyle güzelse ya sen nicesin Efendim?’
Devamı gelecek…