top of page

İSLAMİ YAŞAYIŞTA ÖZ ESASLAR

Cenâb-ı Hakk, Hucûrat Sûresi 10 ve 11. âyetlerde şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler ancak kardeştirler. Onun için iki kardeşin aralarını düzeltin ve (Allah’ın CC. Emirlerine muhalefetten) sakının ki merhamet olunasınız.”

“Ey iman edenler! Bir kavim diğer kavimle alay etmesin; olur ki alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar. Bir takım kadınlar da diğer kadınlarla eğlenmesinler; olur ki eğlenceye alınanlar, kendilerinden daha hayırlı olurlar. Hem birbirinizi ayıplamayın ve kötü lakaplarla atışmayın, imandan sonra fasıklıkla aldanmak ne kötü isimdir. Kim de tövbe etmezse işte onlar kendilerine zulmedenlerdir.”

Bu âyet-i celîlelerle bizlere, İslam’da kardeşlik bağlarının değeri, iman sahiplerinin birlik ve dirlik içinde bulunmalarının önemi açıkça bildirilmektedir.

İnsan üzerinde maddi ve manevi kuvvetler vardır, insan bu kuvvetlerin herhangi birine kendini kaptırmak suretiyle hem kötülüğe hem de iyiliğe yönelebilir. Birçok kimseler iyilik yönünden daha ziyade kötülük yönünde hareket ederler. Zaman zaman çeşitli hırsların etkisiyle insanlıktan çıkarlar. İnsanı bu kötü hale getirecek madde ve manasını mahvedecek kötü huylardan biri de kıskançlık ve kibirdir. Kibirli insan kendini din kardeşlerinden üstün görmek suretiyle aldatmış ve şeytanın yaptığı hatayı işlemiş, öylesine bir felaket düçâr olmuş olur. Şeytanın Hz. Âdem’e secde hususunda rıza-ı Bari’ye muhtelif olarak kendi aklı ile yapmış olduğu “Ya Rabbi! Bu nasıl olur? Âdem’i çamurdan beni ise ateşten halk ettin. Ateş çamura nispetle daha temiz ve daha üstündür.” mukayesesi onu felaketlere sürüklemiş, bugünkü duruma getirmiş, lanetlenmiş bir mahlûk olarak bırakmıştır.

Kibir, Allah (CC) ve Resulü (SAV) tarafından katiyetle yasaklanmıştır. Peygamberi Huda (SAV), kalbinde çok az iman bulunan kimsenin sonsuz olarak cehennemde kalmayacağını haber verirken, kalbinde bir hardal tanesi kadar kibir olanın da cennete gidemeyeceğini bildirmiştir.

Kimi insanlar vardır ki, vazifesi iyilik iken o bunun tersini yapıp çevresine karşı zalimce davranırlar. Komşu haklarına tecavüz etmekten sakınmazlar, işi gücü kalp kırmak gönül yıkmaktır. Yetim malına tecavüz eden, ticarette hile yapan, yaşantısını böyle karanlık işlerle geçiren kimseler sade kendilerine değil mensup oldukları dine ve millete de en büyük kötülüğü yapmış, İslam’daki kardeşlik bağlarını sarsmış olurlar. Ayrıca bu kimseleri kötü hareketlerinden dolayı dünya ve ahrette, ağır sorumlulukları sebebiyle büyük azaplar beklemektedir. İftira etmek, dedikodu yapmak ve laf taşımak suretiyle din kardeşlerini incitenler, onların günlerini zehir edenler telafisi kabil olmayan elim azaba çarptırılırlar.

İyi bir Müslüman’ın dilini yerine göre tutması ve toplum içinde kardeşlik bağlarının güçlenmesine çalışması icap eder. Üzerine düşen görev, yapılması elzem olan şey velhasıl insanlığın icabı budur.

Peygamber-i Huda (SAV) şu birkaç hadis-i şerifi ile bunu bize açık seçik bildirmektedir:

  1. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hor bakmaz.

  2. Sizden biriniz kendisi için sevdiği bir şeyi, başkası için de sevmedikçe iman yönünden olgun olamaz.

  3. Müslüman, elinden ve dilinden Müslümanların emin olduğu kimsedir.

 

İşte bu öğüt ve nasihatler yalnız dini emirler değil aynı zamanda iyi bir insan olmanın da şartlarıdır. Peygamberi Huda (SAV) bu hadis-i şerifleri ile dinimizin ahlâkî değerlere ne kadar önem verdiğini belirtmiş olmaktadır. Bunlara rağmen niçin Müslümanlar arasında birbirini öldürme, rüşvet isteme, her işte her vesile ile birbirini aldatma gibi kötülükler sürüp gitmektedir? Bu soruların cevabını bulup vermek çok acı ve üzücüdür. Ancak hakikati açıklamakta, bilinen gerçeği tekrar etmekte fayda vardır.

Gerçek şudur ki, İslam dini açısından şeklen Müslüman olmak yetmez. Âdet yerini bulsun diye belli dini emirleri yapıp İslamiyet’in ruhunu ihmal edenler, tam bir Müslüman olamazlar. İslamiyet bilgisi ile donanmış bir kimse taklitle yetinmez. Yüce dinimizin ahlâkî kurallarını vicdanında duyup uygulamaya çalışır. İslamiyet’i ruhu ile yaşayan, imanı çeki taşı gibi sarsılmaz bir kale şeklini alan, ilmi ile aklını imanına yoldaş yapan bilinçli bir Müslüman, topluma ve mümin kardeşlerine zarar verecek her türlü hâl, hareket ve faaliyetten sakınır.

Bir cemiyetin fertlerinin kanunlara, nizamlara ve ahlâkî değerlere tam olarak uyduğunu düşününüz. Bu gerçekleştiği takdirde hiç şüphesiz herkesin mutluluğu, saadet ve selameti artacak, yurt üzerinde meltem rüzgârları esip rayihayı Muhammedî teneffüs edilip saadet-i ebediye tadılmış olacaktır.

Zengin olan kimse, dinimizin sadece bedeni değil, mali bir din de olduğunu bilerek zekâtını güzelce hesap edip vermek, vergisini tam ödemek, yoksulları gözetmek; fakir olan ise çalışmak ve kıskançlık ile hasetten uzak durmak; öğrenciler ödevlerini güzelce hazırlamak, notun en üstününü almak için arkadaşlarıyla yarış etmek; sanat erbabı mesleğinde dürüst olup yaptığını en iyi en uzun ömürlü olması ve hayrının görülmesi için yapmak; tüccar doğru ve vicdanlı hareket etmek; memur herkese eşit muamele etmek suratiyle bir bakıma kardeşlik bağlarının güçlenmesine yardımcı olabilirler.

Dinimizin emri ve yasakları va’z etmiş olduğu buyruklar insanın insana ancak saygı beslemesini, komşunun komşuya yumuşak davranmasını ve toplumun her yerinde her sahasında kardeşlik bağlarının kuvvet bulup güçlenmesini sağlamak içindir.

Mevlâyı Müteal, va’z edilen bu esaslara bihakkın uyarak milletçe daima birlik ve beraberlik içerisinde bulunmamızı nasibi müyesser eylesin. AMİN.

 

 

Mev’iza-i Hasene Cilt 1

bottom of page