top of page

RABITA YAPABİLME MEVKİİNE GELEN DEMİRCİ

Beyazıd-ı Bestamî (k.s) hazretleri bir istiğrak halinde yüce Allah’a arz ederek: “Ya Rabbi, dostlarınla beni tanıştır, onları göreyim” der. Allahu Teâlâ (c.c) da bu arzını kabul eder, onu bütün evliyası ile görüştürür. Beyazıd-ı Bestamî (k.s) bakar ki, Cenâb-ı Hakk onların içinde hiçbir ilimden haberi olmayan birinden âleme tasarruf etmektedir. O hal geçince, “Ya Rabbi, bu kadar âlim ve fazıl dostların var, niye onlardan değil de hiçbir bilgisi olmayan bir kulundan tasarruf ediyorsun?” der.

Beyazıd-ı Bestamî (k.s)’ye; o kulun şemaili, yeri ve mesleği işaret edilir. Devesine binip yola düşer. Yüksek bir yere varınca vadiye doğru nazar eder. Bakar ki tarif edilen kişi demircilikle uğraşmaktadır. Bir hayli seyrettikten sonra şöyle bir murakabe eder; ama demircinin gönlüne yaklaşmak mümkün değildir. Demirci ateşin karşısında saatlerce durmasına rağmen bir lahza da olsa Cenâb-ı Hakk’tan gafil olmaz. Her an Cenâb-ı Hakk’ı tesbihte, tehlildedir. Bir zaman sonra şehre varıp dükkâna girer. Demircinin çalışmasını bir hayli seyrettikten sonra kendini tanıtır. Demirci elindeki kıskacı, çekici bir tarafa atarak Beyazıd-ı Bestami (k.s)’nin önce bastığı yerleri ve ellerini öper. Sonra da elini ağzının üstünde bir hayli durdurur. Beyazıd-ı Bestami (k.s) dayanamaz, uyararak sorar: “Ben senin ayağını öpmek için geldim; ama sen benim ayağımı öptün.”

Demirci: “Hayır, ben senin ayağını öpmedim. Sen hafız-ı Kur’an’sın, ben onu öptüm.”

Beyazıd-ı Bestamî (k.s) : “Peki, elimi ağzının üzerinde bir hayli durdurdun, uzun uzun gözyaşları döktün, bu nedir?”

Demirci: “O zaman Rabbime yalvardım. Ya Rabbi, cehennemin çok şiddetli! Ama halkı yaratan sensin, sağlığını veren sensin, rızkını veren sensin. Kendilerine ufacık bir hak tanımışsın. Bu iradeyi istediği yere kullanabilme hakkı vermişsin; ama kulların akıl edemiyorlar. Cehennemden haberleri var, ama benimseyemediklerinden hep yanlış yolda gidiyorlar. Bana o kadar büyük bir vücut ver ki, onunla cehennemi doldurayım da benden başka kimse oraya girmesin. Bunu kabul ettirmeye çalışıyordum.”

Beyazıd-ı Bestamî (k.s): “Bunlardan sana ne? Adam iyi ya da kötü olur, doğru ya da yanlış yapar.”

Demirci: “Ey Beyazıd, öyle söyleme. Esen rüzgâr Allah’ın kullarından birinin saçının kılını sallasa, bunu ciğerimde hissederim. O kadar rahatsız olurum ki dayanamam.” der.

Cenâb-ı Hakk, mahlûkatına merhamet ve şefkat nazarıyla bakabilenlerden âleme tecelli eder. Nefsini ve kendi varlığını ortaya çıkaranlardan değil. İşte rabıta yapabilme mevkiine gelmenin şartı budur. Artık böyle bir kişi her varlığı kendi nefsinden üstün bilir, sever. Cenâb-ı Hakk neyi nasıl halkettiyse, neyi nasıl murat ettiyse öylece kabul eder. Bilir ki, Hz. Allah (c.c) bu kadar mahlûku öyle halk etti. Onlara ayrı ayrı vazifeler verdi. Bunlar Rab Teâlâ’nın mahlûklarıdır. Hepsine şefkati, saygısı, hürmeti vardır; hiçbirine zerre kadar kini de yoktur. Böyle bir gönül yüceliğine kavuşan kişi bahsettiğimiz tecelliye mazhar olabilir. Tevazu elbisesi onu yüce makamlara ulaştırır.

 

Kaynak: Miftâhu’l-Usûl

bottom of page