top of page

GÜLDEN GELİP GÜLE GÖTÜRENDİR O (KS.) 

Aşk ülkesinin taçsız sultanıdır Mecnun. Leyla’ya sade gönlünü değil tüm varlığını verdikten sonra amansız bir derdin kucağında bulur kendisini ve çöllere düşer. Babası tarafından şifa bulması için Kabe’ye götürülür. Başı Kabe’nin, gönlü asıl Sevgili’nin (CC.) eşiğinde, şifa yerine bela diler kendisi için ve aşk ülkesinin kapısına mührünü basar:  

“Yâ Râb belâ-yı âşk ile kıl aşinâ beni 

Bir dem belâ-yı âşktan etme cüdâ beni” 

Edebi bir gelenektir bu nedenle kendini bilen her kalem sahibinin sözü yazıya dökerken evvela Cenabı Kibriya’ya el açması. Tevhiddir bu… Münacaattır… Kuru kitabi bilgilerle anlamanın çok ötesinde manalar taşıyan yürek yangınlarıdır şairi ile Rabbi arasında. Anlayana çok şey anlatır, çok hal kazandırır.  

Muhammed Resulullah (sav.) demeden kemale ermeyen imanın bilincinde olan şairler, Muhammed Mustafa (sav.) hürmetine el açarlar sonra Mevla’ya. Muhabbetullahın harında kavrulan özün ve sözün serin suyudur Efendimiz’i (sav.) anmak. İmanı kemale kavuşturan Resul’ün (sav.) adı, naattır şairin dilinde. Salat u selamla ve övgüyle başlanan söze ruhunu katar karıştırır şair. En sevilenin ismi şerifi hürmetine diyerek çalar aşk kapısını. “Ya Rabb! Muhammed Mustafa (sav.) hürmetine!” der her firkat durağında vuslata kavuşmak ümidiyle. Adım adım miraca yükselen Burak misali salat u selam ile aşk menziline varmaya çalışır. Çünkü alemler hürmetine yaratılmıştır O’nun! Öyle sevilmiş ve öyle şanı yüce bir Nebi’dir ki O (sav.), adını anan dil azattır cehennem ateşinden ve muhabbeti ile sükun bulan gönül aşkın membaıdır artık. O membadan damlayan her söz ise dinleyen ruha şifadır. 

Bir güzelden güzelliğin kendisini dinlemek gibi her mısraını okumak…  

Hasan Hüdaverdi Burkay Hazretleri (ks.), dünya hayatı boyunca her hali ve tavrı ile Efendimiz’i (sav.) örnek almış, O’nun (sav.) güzel ahlakına bir nevi ayinedarlık yapmıştır. Konuşması, yürüyüşü, oturup kalkmasından tutun da en sevinçli hallerinde tebessümünden en kederli zamanlardaki hüzün haline kadar nurı peygamberiden izler taşıyan bir sünneti seniyye sancaktarıdır Hüdaverdi Hazretleri (ks.). Hem dizi dibindeki evlatlarına hem ümmete örnek bir hayat sürmüştür bu yönüyle.  

Ahlak ve ahvalindeki bu benzeyiş elbetteki kuru bir gayretin ötesinde kalbi ve fıtri bir muhabbetten kaynaklanıp neşv ü nema bulur. Zira, ancak seven sevdiğinden hal alır. Hayatı boyu “Muhammed’den muhabbet oldu hasıl, Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl” sözünü düstur edinmiş olan Hüdaverdi Hazretleri (ks.), bu deruni muhabbetini kelamda bırakmamış, kaleme de dökerek sözlerini şahit tutmuştur muhabbetine. Ne derler bilirsiniz, söz uçar yazı kalır…  

Benim dünya ve ukbada Muhammed Mustafa canım 

Ne var ne yok bütün varım, Muhammed Mustafa canım 

Gerek vuslat anı bastım velev firkat anı kabzım 

Her ikisinde de mestim, Muhammed Mustafa canım 

 

Bal bal diyerek kovana düşmek… 

Divanındaki hemen her şiirinde Efendimiz’e (sav.) olan muhabbetinin izlerini görmek mümkündür ancak sade Efendimiz’e (sav.) adadığı şiirleri de mevcuttur. Bu şiirlerde deruni bir peygamber sevgisi ile birlikte hali beyan, şefaat talebi ve peygamberi bir hayat için istikamet de okur, oku emrine tabi gönüller. Zira öz, sözden baskındır Hüdaverdi Hazretlerinin (ks.) mısralarında. Sözlerini muhabbet-i peygamberi ile mecz ede ede satırlara dökerken hem gönül telini titretir okuyanın hem de istikamet gösterir. Bal bal demekle ağız tatlanmaz sözüne muhalefettir adeta Efendimiz’i (sav.) anlatan mısraları: 

Bu cürmünle bu isyanım, göğe çıktı istirhamım 

Kebairdir her evkatım, Muhammed Mustafa canım 

Şefaat ümmeti benim, şifa bahşi senin lütfun 

Aman ismi benim zikrim, Muhammed Mustafa canım 

 

Hâr’dan Yâr’ a ilticâdır O’nun (sav.) adı… 

Hali beyan zordur. Nush ile uslanmayan, kötekten hoşlanmayan nefislerle yol almak daha zor... Hele ezel sözü verip önce talibi sonra varisi olduğunuz yüksekler aşk ülkesinin zirveleriyse…  Kor ateş olur da yardım talebi yakar kavurur ruhunuzu. Daha çok yanar zira hakikati bilenler. Şifa gerektir ruha ve şifadır O’nun (sav.) adı her yanana. Bunun da farkındadır Hüdaverdi Hazretleri ve farktadır yanışında da…  

Yanışının bir adı aşk ise diğer adı firkattir, hasrettir. Ve tek çaresi O (sav.) yârin cemâlidir. Gülün kapısında hasret terennüm edip nam salan bülbüle nispettir Efendi Hazretlerinin (ks.) hasret yazgılı sözleri. Yormadan söyler, üzmeden arz eder derdini ve öyle saf öyle derin anlatır ki azdır, özdür ve sözdür… 

Liyakat ver de sultanım, şifa bulsun bu ten canım 

Şefaat kıl benim şahım, Muhammed Mustafa Canım 

Bu ah u eninim dinmez, cemalin görmeden bitmez 

Bütün ahım bütün vahım, Muhammed Mustafa canım 

 

Gülden gelip güle gitmek... 

Resul’e (sav.) muhabbetin yoludur ashabını sevmek. Zira gökteki yıldızlar misali menzile götürenlerdir onlar. Sade Efendimiz’e (sav.) olan sadakatleri ve muhabbetleri ile değil asırlara yön veren ahvalleri ile de aşk ülkesinin sultanlarıdır hepsi. Hangisinin eteğini tutsanız Efendimiz’e (sav.) varırsınız. Hangisinden aman isteseniz darda kalmazsınız.  

Her cevher ancak ehlinin nezdinde kıymetlidir ya ehil de ne kadar mahirse ancak o kadar haber verir cevherin kıymetinden. Mahirdir Efendi Hazretleri (ks.)... Hem öyle bir mahirdir ki ashab-ı güzin söz konusu olduğunda hürmetle ve muhabbetle dizer sözlerini inci misali. Ecdada hürmet ise zaten şahsiyetidir.  

Ebu Bekir, Ömer, Osman, Aliyül Mürteza her dem 

Şahı Sultan Nakşibendem, Muhammed Mustafa canım 

Sahib zaman Şerafeddin diğer ismi Kutbeddin 

Muhammed Necati, Verdī’n, Muhammed Mustafa Canım 

 

Hemen her klasik kalem sahibi gibi şiirlerinin hepsinde mahlasını kullanan Hüdaverdi Hazretleri (ks.), burada da sıradan bir söz sahibi olmadığını ortaya koyar. Ancak bunu öyle bir letafetle yapar ki göze batmaz, sözü yormaz. Hem mana hem söz ülkesinin kâmillerinden olduğunun ispatıdır mahlasını kullanışı. Zira önce sadece vezni denk düşürmek için kısaltılmış gibi görünen “Hüdaverdi” mahlasının, “Verdî” şekliyle Fars dilinde ‘güle ait, gül ile ilgili’ manasına geldiğini fark ettiğinizde Efendi Hazretleri’nin (ks.) hayatı boyunca olduğu gibi hiçbir şeyi öylesine ve alelade yapmadığına bir kez daha şahit olursunuz. Bir zarif duruşla nereye ait olduğunu da fısıldayıverir taliplerine. Güle aittir O (ks.). Gülden gelir güle götürür. Gül alıp gül satanların, gülden terazi tutanların çarşısında O (ks.), güle ait olandır. Hayretten hayranlığa bir yol, bir vesiledir artık okuduğunuz her mısra.  

Daha nice söz nice mana vardır mısralarında keşfedilmeyi bekleyen elbet. Ancak anlatmak için önce anlamak lazım… Anlamak için ise O’nun (ks.) yandığı muhabbet ateşlerinde yanmak… Kalplerimiz O’nu (ks.) anlamaktan bunca acizken sade anmaya talip olabiliyoruz. Duamız o ki bir gün anmaktan anlamaya varalım himmeti ile. Belki o zaman layıkı veçhile anlatabiliriz biz de… 

Purple Glitter Love Faith Hope Faceeeebook cover.png
bottom of page