top of page

Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaeddin (ks)

 

Ariflerin velilerin imamı, rasullerin bulunduğu yolun dostu, sahabe-i kiram ve selef-i salihinin yoldaşı, hakikatin piri, Ehl-i sünnetin önderi Muhammed Hace Bahaüddin Nakşibend Üveysi-ül Buhari (k.s), hicri 718 yılı muharrem ayında Buhara’ya beş kilometre kadar uzaklıkta bulunan Kasr-ı Arifan’da dünyaya teşrif etmiştir. Silsile-i Saadat’ın on altıncı altın halkası olan Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin veli olduğunun işretleri, üzerindeki hidayet ve keramet nurları daha çocukluğu döneminde meydana gelmeye başlamıştır.

-Hacı Muhammed Baba Semmasi Hazretleri Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin doğumundan önce, Kasr-ı Arifan’dan geçerken “Tarikatın imamı olarak emsalsiz bir zatın buradan zuhur edeceğini” müritlerine müjdelemiştir. Henüz üç günlük çocuk iken kendisini manevi evlatlığa kabul edip, zahir ve batın terbiyesini Seyyid Emir Külal Hazretlerine havale etmiştir. Manevi terbiyesini Hace Abdülhalik Gücdevani Hazretlerinin ruhaniyetlerinden almıştır.

...

Yedi sene Seyyid Emir Külal’in sohbetine sonra da onun izniyle Mevlana Arif Dikgerani’nin sohbetine devam etmiştir. Yedi sene de onun yanında kalarak, Kusam Şeyh ve Halil Ata’nın ders ve sohbetlerinde bulunmuştur. Bir müddet Halil Ata hazretlerinin yanında kalmıştır. Ayrıca Mevlana Behaeddin Kışlaki’den hadis ilmini öğrenmiştir. Üveysi olarak yetiştirilmiştir. Böylece tasavvufta ve diğer ilimlerde çok iyi yetişmiştir.

...

Şah-ı Nakşibend hazretleri daha sonra iki defa hacca gitmiştir. İkincisinde talebelerinden Muhammed Parisa’yı Nişabur’a gönderdi. Kendisi de Ebu Bekr Tayibadi’yi ziyaret için Merv’e gitti. Orada bir müddet kalıp, sonra Buhara’ya gitti. Ömrünün kalan kısmını orada geçirerek, hocası Seyyid Emir Külal’in vasiyeti üzerine irşad, insanlara doğru yolu gösterme faaliyetlerinde bulunmuştur.

...

Şah-ı Nakşibend hazretleri orta boylu, mübarek yüzü değirmi olup, yanakları kırmızıya yakındı. İki kaşı arası açık, gözleri sarı ile ela renk karışımı olan kestane rengindeydi. Sakalının beyazı siyahından çoktu. Ne hızlı ne de yavaş yürürdü. Konuşmaları Peygamber efendimizin konuşması gibi tane taneydi. Konuştuğu kimseye yönünü dönerek konuşurdu. Kahkaha ile gülmez tebessüm ederdi. Her gün kendini yirmi kere ölmüş ve mezara konmuş olarak düşünürdü. Kimseyi küçük ve hakir görmez, daima güler yüzle karşılardı. Ancak celallendiği zaman kaşlarını çatardı. Bu zamanda heybetinden karşısında durulmaz olurdu. Şemali çok bakımdan Peygamber efendimize benzediği gibi, sözleri, işleri bütün hareketleri sünnet-i seniyyeye uygundu.

...

Yiyecek ve giyeceklerine bir çekirdek bile haram karıştırmazdı. Bu hususta çok titiz davranırdı. Helal kazanmak, kendilerine ve hanesi halkına helal lokma temin etmek için çok fazla dikkat eder ve haram karışır diye çok korkardı. Hanelerinde olsun, talebeleriyle sohbet yaptığı topluluklarda olsun, “İbadet on kısımdır. Bu ondan dokuzu helal rızk talep etmektir.Kalanı salih ameller ve ibadetlerdir.” hadis-i şerifini çok söylerdi.

...

Fakir olmasına rağmen lütuf ve keremleri bol ve cömertti. Bir kimse kendilerine bir hediye getirse o kimseyi eli boş göndermezdi. Misafire bizzat kendisi hizmette bulunur, bir başkasına yaptırmazdı. Eğer haneleri soğuk ise misafirin üşümemesi için sırtındaki elbiselerini ve hatta yattığı yatağı verir, kendisi döşeksiz yatardı. Misafirin hayvanı varsa suyunu, samanını bizzat kendisi verirdi. Nafakasını çalışarak temin ederdi. Eker, biçer, Allahu Teala ne rızk verirse az çok demeden her defasında hamd-ü senalar ederek şükrederdi.

...

Şah-ı Nakşibend Hazretleri ilk zamanlardaki durumlarından şöyle bahsetmektedir: Biz üç kimseydik. Hak yolunda ilerlemeye koyulduk. Ama benim düşüncem bütün masivadan, yani Allahu Teala’dan başka her şeyden geçip, Hak Teala hazretlerine kavuşmaktı. Allahu Tealanın yardımı erişerek, beni bütün masivadan kurtardı ve maksadıma kavuşturdu. Bir kimse kendisine; “Sizin yolunuzun esası ne üzerine kurulmuştur?” deyince, Şah-ı Nakşibend Hazretleri; “Zahirde (görünüşte) halk ile, batında Hak ile bulunmak üzere kurulmuştur” deyip şu beyti okudu: 

 

Kalbinden aşina ol, dıştan yabancı görün.

Böyle güzel yürüyüş az bulunur cihanda. 

 

Kendisinde kerametin görülmemesinin sebebini soran birine, Şah-ı Nakşibend: "Sırtımızda bunca günah kamburu varken, hala ayakta kalmamızdan daha büyük keramet olur mu?" şeklinde karşılık vermiştir.

...

Şah-ı Nakşibend Hazretleri vefat edecekleri zaman iki elini kaldırıp, kendi yolunun devam etmesi hakkında dua ettikten sonra ellerini yüzüne sürüp Kelime-i tevhid getirerek 1389 (H.791) tarihinde Kasr-ı Arifan köyünde yetmiş üç yaşında ahirete irtihal etmişlerdir

Şah-ı Nakşibend 'in Hayatından

...Şah-ı Nakşibend Hazretleri tövbe edip, tasavvufa yönelmelerini şöyle anlatmışlardır: "Aileme ve çocuklarıma karşı kalbimde sevgi ve muhabbetim çok fazla idi. Bir gün evimde otururken, aileme ve çocuklarıma pek fazla iltifat ve muhabbet gösterdim. Bu sırada aniden kulağıma gizli bir ses geldi. "Her şeyi bırakıp Allah'a dönme zamanı daha gelmedi mi?" denildi. Bu sesi duyunca halim değişiverdi.

Oturduğum yerde duramaz oldum. Hemen yakındaki nehre gidip, elbisemi yıkadım ve gusl ettim. Sonra iki rekat namaz kıldım. Bir daha günah işlememek üzere tam bir tövbe yaptım. Her şeyden el çekip, Allahü Tealaya döndüm. Nice seneler kıldığım o iki rekat namazın arzusundayım. Bu yola girdikten sonra Zeyvertun köyünde oturdum. Beş vakit namazımı bu köyün camisinde kılıyordum. Bir gün nasıl olduysa, bir vakit namazı cemaatle kılmayı kaçırmışım. Caminin, alim ve takva sahibi bir imamı vardı. Bana; "Ben seni, ibadet meydanının safını dolduran erlerinden zannederdim. Meğer sen, saf dolduran er değil, saf kıran imişsin." dedi. Buna karşılık imama; "Zat-ı âliniz, hakkımda böyle düşünüyorsunuz, fakat ben yaldızlı ve parlak bir tuncum." dedim. Böyle deyince, imam efendi şu beyti okuyarak cevap verdi:

"Kalbinin yönünü aşk pazarına çevir,

Demirin halis olması ateş iledir."

...Bu söz kalbime ziyadesiyle tesir etti ve içime öyle bir dert saldı, beni öyle bir aşka düşürdü ki bu aşk ile kararsız kaldım. Bundan sonra Allahü Teala bana lütuf ve kereminden kapılar açtı. Önceki dostlarımdan birkaçı, bir gece yoluma çıktılar. Bana her biri bir şeyler söyledi. Böylece benim kendilerine uymam için çok uğraştılar. Onlara tabi olmak isterken, Allahü Tealanın inayeti ile bir ayet-i kerimede bildirildiği gibi “Allah’ın insanlar için açmış olduğu rahmet kapısını hiç kimse kapatamaz. Allah Teala’nın kapatmış olduğunu da yine ondan başkası açamaz” dedim. Bu söz, eski dostlarıma çok tesir etti. Onlar da benim bulduğum yola girdiler. Benim bütün gayretim, Allahü Tealadan başka her şeyi bırakıp, Allahü Tealanın rızasına kavuşmaktı. Allahü Tealaya sonsuz hamdü senalar olsun ki, bana inayet-i Rabbani, Allahü Tealanın yardımı erişti ve maksadıma kavuşturdu.

...

Yine şöyle anlatmıştır: "Gençliğimde Allahü Tealaya yalvarıp; "Ya Rabbi! Bana yardımını ihsan et. Bu yolun ağırlığını çekmeye kuvvet ver. Bu yolda ne kadar riyazet, nefsin isteklerini yapmamak ve mücahede, nefsin istemediği ne varsa yapayım." diye dua ettim. Allahü Teala duamı kabul buyurup, bana öyle bir kuvvet ve kudret ihsan etti ki bu yolun ne kadar zahmet ve meşakkati varsa hepsine katlandım. Ne yapmak lazımsa Allahü Tealaya hamd olsun yaptım. Şimdi ihtiyar halimde, riyazetten ve nefsimle mücadeleden kurtulmuş bulunuyorum... Evliya-i kiramın ruhlarına teveccüh ediyor, hepsinin ruhaniyetlerinin eserini görüyordum."

...

Şah-ı Nakşibend Hazretleri bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşladır: "Bizim yolumuzdaki kimselerin şu edebi gözetmesi gerekir: Birincisi; Allahü Teala’ya karşı edeptir. Yani zahiri ve batını ile tamamen kulluk içinde olmalı. Allahü Tealanın bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınması ve Allahü Teala’dan başka her şeyi, masivayı terketmesidir. İkincisi; Resulullah efendimize karşı edeb: Bu da iş ve hallerde O'na uymaktır. Üçüncüsü; hocasına karşı edeb: Çünkü kendisinin Peygamberimize uymasına, hocası vasıta olmuştur. Bu bakımdan, hocasını hiçbir zaman unutmamalıdır.

bottom of page