top of page

Muhammed Medeni (ks)

 

Ebu Mehmed el Medeni bin Osman Dağıstanî (KS), Dağıstan'ın Timurhan-şuro vilâyeti Ganib kazasının Kikunu köyünde Hicrî 1251 Milâdî 1830 yılında dünyaya geldiler. Dağıstan'dan 1814 Hicrî, 1896 Milâdî yılında Türkiye'ye göçeder. Hicrî 1332 Milâdî 1913 senesinde 3 Rebiülahiri Pazar günü 81 yaşında iken irtihal ettiler. Kabri şerifleri kendileri tarafından kurulmuş bulunan İstanbul'un Yalova kazasının Güney (Reşadiye) köyünde olup el'an ziyaretgâhdır.

Silsile-i Saadatın otuz altıncı altın halkasını teşkil eden bu zâtın boyu uzun, bedeni cüsseli, sakalı şerifleri siyah, gözleri kahverengi, teni beyaz olup sesi yüksek ve güzel idi. Tam bir vâris-i Muhammedi olup bütün hulku, Peygamber Efendimize mutabık idi. Turuku Âliye'ye ait "Ya Veledi" isimli bir eseri mevcuttur. Baba ve dedeleri Dağıtsan'ın Kikuni köyünde Türkistan'dan gelerek yerleşmişlerdir.. Medeni Hazretleri dünyaya geldikleri esnada, bu köy yakınlarından geçen, sonra üstazı olacak Ahmed Suguri Hazretleri: "Bu köy den iki nur yükseliyor" demekle büyük velilerden Mehmed Medenî ile Şerafed-din Zeynel Âbidin Hazretlerinin istikbalin tebşir etmişlerdir.

Mehmed Medeni Hazretleri zamanında Ahmed el Suguri ve Cemaleddin el Kumuki hazretleri gibi iki büyük veli mevcut idi. Bu zâtların ikisinden de tefeyyüz etmişlerdir. Hatta ilk intisabı, Abdülkadir el Geylânî Hazretlerinin tarikatıdır.

İrşada memur olduğu zaman, kendisi altı tarikattan, Kadirî, Şazelî, Şâranî, Halveti ve Nakşi'den ders vermeye mezun iken Ömrünün son yıllarında yalnızca Nakşi Tarikatından ders vermiştir.

Dağıstan'da Hacı Murtaza, Hacı Nuri isimlerinde iki arkadaş aralarına diğer köyde oturan Mehmed Medenî Hazretlerini de alarak üçü birlikte Ahmed Suguri Hazretlerini ziyarete gidiyorlar. Niyetleri hem ziyaret ve hem de kendisinden ders almak Ahmed Suguri Hazretlerini ziyaret ettikten sonra, kendilerinden ahzu feyz talep ediyorlar. Ahmed Suguri Hazretleri doğrudan doğruya Muhammed Medenî' ye ders veriyor ve :

Senden ders isteyen olursa, benim namıma şu şekilde ders verirsin... diyor. Mehmed Medenî de diğer arkadaşlarına Hacı Murtaza ve Hacı Nuri'ye de bu dersi talim ettirdiği gibi başka isteyenlere de ayni minval üzere ders vermeye mezun oluyor. Hacı Nuri ve Hacı Murtaza'nın İçine ise "Niçin Ahmed Suguri Hazretleri doğrudan doğruya bize ders vermedi de, bizimle kendi arasına Mehmed Medenî' yi koydu ve böylelikle bize üstün tuttu diye" bir ukde doğuyor.

Aradan bir müddet geçtikten sonra köylerinde çok kuraklık oluyor ve halk yağmur duasına çıkılmasını istiyor. Bu arada Hacı Nuri ve Hacı Murtaza da birbirleriyle istişare ederken,

 

- Gidelim aramıza Mehmed Medenî'yi de alalım. Duada o da bulunsun. Hem Şeyh Ahmed Suguri hazretleri onu bize üstün tuttu. Acaba bununda hikmeti nedir, anlarız... diyorlar ve iki arkadaş Muhammed Medenî'nin köyüne müteveccih yollanıyorlar. Yolda giderken bir dere kenarında mısır tarlasında bacakları sıyrılmış çalışan bir kadın görüyorlar ve onun bacağına bakarak birbirleriyle "Ne güzel değil mi?" diye söyleşiyorlar.

Mehmed Medenî'nin evine gelip kapıyı vurduklarında içerden bir ses:

-Kim o? Diye soruyor. Hacı Nuri ve Hacı Murtaza da:

-Kapıya gelenlerin kim olduğunu bilmeyen mürşit olur mu? deyince içerden Hz. Muhammed Medenî Hazretlerinin cevabı şu oluyor:

-Kapıya gelen kimsenin, kim olduğunu bilmeyen mürşit olur ama mısır tarlasında mısır sulayan kadının bacaklarına bakanlar mürid dahi olamaz... Siz edebe muhalif hareket ettiniz, sizi içeri almam İslâmlığınızda noksanlık var gidin.

Hacı Nuri ve Hacı Murtaza birbirlerine bakarak neden şeyh Ahmed Sugurî hazretlerinin Muhammed Medenî'yi kendilerinden üstün tuttuğunu anlıyorlar ve dönerek köylerine geliyorlar. Bu sırada yağmur duası maksadı ile gittiklerini hatırlayarak birbirlerine:

-Yahu biz Muhammed Medenî'ye aslında yağmur duası için gitmiştik... demeye başlıyorlar, fakat tekrar geri dönemiyorlar esasen yorulmuş olduklarından köylerine gidiyorlar. Fakat tam köylerine geldikleri zamanda da yağmur yağmaya başlıyor. Böylelikle bu ziyaret sonunda her iki müşkülleri de halledilmiş oluyor.

Ebu Mehmed Medenî Hazretleri gençliğinde Ruslarla mücadele etmiştir. Bu mücadelesi ta Sibirya'ya kadar sürülmesine ve idamdan kaçıp kurtularak Türkiye'ye avdetine kadar sürmüştür. Yüksek dirayet ve cesaretinden Ruslar çok çekinmişlerdir. İnsanlık kahramanlık numunesi, Ebu Mehmed Medenî hazretlerinin yüksek seciye ve karakteri, İslâm dinine sonsuz bağlılığı, bütün Dağıstan müslüman halkı tarafından bilinir ve sevilirdi. Onun bu halini Ruslar da bildiklerinden kendisine oldukça mültefit davranırlardı. Bu arada pek çok kerametleri zahir olur.

Muhammed-ul Medenî Hazretleri İstanbul'a geldiğinde Padişah kendisine, istediği yerde yerleşebileceğini bildirmiştir. Üstaz, bunun üzerine Yeni Cami'ye giderek şükür namazını edadan sonra çok sevdiği, dünyanın incisi İstanbul'da bir miktar kalmayı düşünmüşse de Hızır (AS) gelerek, derhal yerleşeceği yere gitmesinin ve esirlik sebebi ile üzerinde borç kalan manevî vazifelerini kaza etmesinin gerektiğini söylediğinden vakit geçirmeden Yalova'ya hareket etmiştir. Manevî işaret üzerine, Padişah tarafından İstanbul'da kendisine tahsis edilen yerleri kabul edemeyip daha Sibirya'da iken Hızır (AS) tarafından kendisine gösterilen yeri aramış ve Yalova-Orhan-gazi arasında şimdiki Güney köyünün bulunduğu yeri tesbit etmiştir. Bu yer, hayvandan başka hiç bir canlının bulunmadığı ormanlık bir mahal olduğundan çalı çırpıdan küçücük bir kulübe yaparak buraya yerleşmiştir. Bidayette bir kaç kulübeden ibaret bu köy, sonraları Kafkasya'dan,Sibirya'dan kaçan muhacirlerle büyümüştür.

Köyün kurulması esnasında oraya gelen muhacirler; "Biz burada ne yiyip içeceğiz?" diye sorduklarında. Mehmed Medenî Hazretleri ayağı ile yerdeki odun, dal ve taş parçalarına vurarak "İşte yiyeceğiniz budur" demekle geçimlerinin odun ve kireç satmakla olacağına işaret etmişlerdir.

Az zamanda 750 haneye yükselen köyde 3 cami, 2 resmi mekteb, 16 odalı medrese bulunmakta idi. Bilâhare İstiklâl Harbinde Rum ve Ermeniler tarafından müteaddid çete baskınlarına maruz kalarak her tarafı yakılıp yıkılmış; köy halkı başka taraflara dağılmış ve köy 220 haneye düşmüştür. Bu köyde cami, her beş vakit namazda tıklım tıklım dolu olurdu. Köyde içki, kâğıt oyunu ve benzeri hiç bir şey olmadığı ve hiç boş zaman geçirilmediği gibi tek kişi sigara dahi içmez İdi. Kötülük eden tek kişi yoktu. Zamanı saadet gibi bir hayat yaşanırdı.

Gerek kendi ve gerekse halifesi Şeyh Şerafeddin Hazretleri zamanında köydeki ahlâk çok yüksek seviyede idi. Köy orman köyü olduğundan oduna giden, odun kesen, odundan dönen daima zikir ile meşgul olur, evlerde anneler çocuklarını zikirle sallar, zikirle büyütür ve şehitlik gazilik kıssaları anlatır; her bir çocuk bir mücahit olarak yetiştirilirdi.

İşte bu mücahitlerden ve Muhammed Medenî Hazretlerinin seçkin evlâtlarından; esareti, kendisine ne pahasına olursa olsun bir zül telâkkî eden, ille cihada iştirak edip "ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum" arzusuyla Balkan harbine gönüllü gitmek isteyenlerden Hacı Hasan Mehmed Efendiye Muhammed Medenî Hazretleri: "Sen merak etme! O rütbe senin ayağına gelecek" diyerek Yunan harbine ve o harbin getireceklerine işaret etmiştir. Nitekim malûm harb sebebiyle Yunanlılar, rum ermeni çeteleri, köye girince müsademe esnasında Hacı Hasan Mehmed Efendi şehadet şerbetini içerek muradına ermiştir.

Bu mübarek zat yani Muhammed Medenî Hazretleri Dağıstan'dan gelişinin ilk günlerinde, Bursa'yı ziyaret kastı ile bir zaviyeye misafir olur. O zâviya sahibi zât, davetli olduğu büyük bir toplantıya misafiriyle birlikte gider. Hakikaten Bursa'nın en zenginlerinden bir zâtın şânına layık hazırlanmış bir davettir bu. Zahir, bâtın Bursa'nın hemen hemen bütün meşayih ve ulemâsı oradadır. Bizzat hâne sahibi hizmet edip, kıymetli misafirlerini ağırlamaya çalışır ve bu arada da her müslümanın üzerine lâzım olan nisbet için, bir mürşid-İ kâmil gözler. Bahçesinde bulunan çeşmeye su doldurmaya gittiğinde, çeşme duvarında yeni doğmuş olduğu besbelli bir kertenkele yavrusu görür. Hemen onu ufacık bir kutuya koyup, meclise getirir. Misafirlerinin suyunu verdikten sonra, masa üzerindeki kibrit kutusunu andıran ufak kutuyu işaretle; "kıymetli büyüklerimden bir istirhamım olacak, peşinen kusurumun affını dileyerek, şu kutuda ne olduğunu söyleyene, canım feda, ben onun, o da benim olsun. Candan yoluna kurbanım" gibi bir takım sözler sarfeder. Bu gibi sözleri şüphesiz edebe muhalif, makbul bir hareket olmamakla beraber, bir hikmet var mülâhazası ile dinlenir. Nihâyetinde de bunun yersiz olduğunu,, bulunan cemaatten bazıları lisanı hâl ile ifade ederler. Sonra, gayet mütevâzi, kalender meşrep kol düğmeleri daima açık, boynu göğsü üzerine düşük, gurbete henüz gelmiş, o Dağıstan aslanı Muhammed Medenî, başını kaldırır; mütevâzi, fakat vakur bir eda ile söze başlar: "Muhterem kardeşler, bu gece Kadir Gecesi'dir. Bu gece bütün mahlükatın zikirleri değişir ve sabaha kadar mahlûkat, bu yeni evradı meşgul olur. Bu hayırlı meşgaleden elem ve kederi sebebi ile uzak bulunan bir kertenkele var. Bu elem ve kederine sebep de yavrusunu kaybetmiş olmasıdır. Sanırım bu kutuda onun yavrusu vardır. Biran onu aldığınız çeşme duvarına bırakınız. Annesiyle buluşsun; ikisinin de bu mübarek gecede elemi sona ersin" derdemez hane sahibi baygınlık geçirir. Ayıldıktan sonra "Sad-dak ya üstaz" diyerek kutuyu açar, cemaate kertenkele yavrusunu gösterir ve hemen yerine götürüp koyar. O gece mânâ nasîbini kana, kana alır ve mecliste bulunanlara da aralarında kimin mevcut olduğunun farkına varırlar.

Bu mübarek zât, irşad vazifesini uzun seneler yurdun her tarafına şamil olmak üzere devam ettirmiş ve ömrünün sonlarına doğru İlâhî emrin gereği, bilinen ve bilinmeyen yü^terce hikmete binaen damadı ve zamanın sahibi Şeyh Şerafeddin Zeynelabidin Hazretlerine kendisinin tahtı tasarrufunda olan altı tarikatın mezuniyetinin tamamını ve bütün ihvanını devredip kendi de bir müridi imiş gibi ona itaatkâr, emir ve tavsiyelerine riayetkar bulunmuştur. Bilhassa son demlerinde celâdeti üzerine galip geldiğinden kendileri Nikab ile gezerlermiş. Zira o celâdet hali ile bir kimseye baksa başı kesilmiş de Salıverilmiş tavuk gibi dakikalarca o kimse çarpıntıdan kendini alamazmış. Muhammedül Medenî Hazretleri uzlete çekilerek vaktini ömrünün sonuna kadar Ümmeti Muhammede hayır duâ ile geçirmiştir. Rahmetullahi aleyh rahmeten vasia.

bottom of page