Lokmanın Helali Evladın Salihi…
Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Şehrin eşraf ve ileri gelenleri bu kızı istediler. Kadı, danışmaya ehil olanlarla meşveret etti. Bir de Hıristiyan komşusu vardı. “Onunla da meşveret edeyim, başka dindendir ama görünüşte komşumuzdur.” deyip çağırdı.
Meşveretten sonra, Hıristiyan komşusu şöyle dedi: “Ey Kadı! Bu işte, bizden öncekilerin yolları, âdetleri vardır. Sizden öncekilerin de âdetleri, sünnetleri vardır. Zamanımız insanlarının da âdetleri vardır. Şimdi sen serbestsin. Hangisini istersen seç.”
Kadı; “Üç yolu, âdeti de açıkla” dedi. Hıristiyan şöyle anlattı: “Bizim evvelkilerin yolu asil, soylu birisini bulup kızını oha verirlerdi. Sizin evvelkilerinizin sünneti, âdeti takva sahibine (Allahü Teâlâdan korkana) vermekti. Zamanımızdakilerin âdeti ise zenginleri tercih etmektir. İyi soya, asalete ve kuvvetli dine itibar etmezler. Sen hangisini seçiyorsun?”
Kadı; “Ben kendi evvelkilerimizin sünneti ile amel eder ve takva sahibini tercih ederim.” dedi. Sonra düşündü. Merv’de kölesinden daha muttaki (Allahü Teâlâdan korkan) ve dindar kimse bulamadı. Kızını ona verdi. Fakat kölesi kırk gün kızın yanına gitmedi. Annesinin bundan haberi olunca kadıya şikâyet edip, “Böyle saliha bir kızı, kölene verdin de henüz yüzüne bile bakmadı, senin bu yaptığın nedir?” dedi.
Kadı, kölesi Mübârek’e: “Ey Mübarek! Sen benim kızıma naz mı ediyorsun da yanına gitmiyorsun?” dedi.
Mübarek cevabında; “Ey Müslümanların Kadısı! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nasıl naz edebilirim? Ama siz kadısınız. Bu yüzden kızınızın evinizde iken şüpheli bir şey yemesinden korktum. Ben ise lokmalara çok dikkat ediyorum. Ona helâl yemek yediriyor ve kanının tamamen temiz olmasını istiyorum. Allahü Teâlâ bize bir çocuk verirse sâlih ve iyi olmasına çalışıyorum.” dedi. Kırk gün sonra hanımının yanına yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat etmesi neticesinde Allahü Teâlâ ona Abdullah gibi bir oğul verdi. İşte bu çocuk; bütün dünyanın makbulü olan Abdullah bin Mübarek Hazretleri idi.